Would you like to react to this message? Create an account in a few clicks or log in to continue.


 
AnasayfaPortalLatest imagesAramaKayıt OlHz.Muhammed(S.A.V) 9927radyoGiriş yap

 

 Hz.Muhammed(S.A.V)

Aşağa gitmek 
YazarMesaj
ExaLTeD_Gs
Administratör
Administratör
ExaLTeD_Gs


Erkek Mesaj Sayısı : 2513
Yaş : 32
Nerden : Alemden
İş/Hobiler : Bilişim
<FONT color=orange><B><center>Ka :
Hz.Muhammed(S.A.V) Left_bar_bleue75 / 10075 / 100Hz.Muhammed(S.A.V) Right_bar_bleue

Kayıt tarihi : 19/05/08

Hz.Muhammed(S.A.V) Empty
MesajKonu: Hz.Muhammed(S.A.V)   Hz.Muhammed(S.A.V) Icon_minitime1Salı Kas. 25, 2008 5:39 pm

Bilgisizlik, gerçeği tanımama. İslâm, tam bir
aydınlık ve bilgi devri olduğu için, Arabistan'da İslâmiyet'in yayılmasından
önceki devre, daha dar anlamı ile Hz. İsa'dan sonra peygamberimizin gelmesine
kadar geçen zamana "cahiliyye" devri adı verilmiştir.

Cahiliyye, insanın Allah'ı gereği gibi
tanımaması, ona kulluk etmekten uzaklaşması, onun ilâhî hükümlerine değil de
kişinin kendi hevâ ve hevesine uyması, insanların koyduğu emir ve yasaklara,
siyasî sistem ve düşüncelere inanmasıdır. Kur'an-ı Kerîm'de: "Onlar hâlâ
Cahiliyye devri hükmünü mü istiyorlar? Gerçeği bilen bir millet için Allah'dan
daha iyi hüküm veren kim var?" (el-Mâide, 5/50) buyurulur. İslâm'ın hakim
olmadığı ortamlar Cahiliyye çağlarıdır. Çünkü ilâhî bilginin kaynağından yoksun
olan ortamlardır. İslâm'ın gelişinden önceki dönemde yaşayan müşrikler Allah'a
isyan etmiş onun hükümlerine sırt çevirmiş bir toplum olarak son derece ilkel ve
cahil hayat sürüyorlardı. Cahiliyye Arapları'nın sürdüğü hayattan ve içinde
yaşadıkları ortamdan bazı örnekleri şöyle sıralamak mümkündür:




Putlara Taparlardi




Cahiliyye insanları Allah'ın varlığını
kabul etmekle beraber putlara taparlardı. Onlar putlarının Allah katında
kendilerine şefaatçı olacaklarına inanırlar ve: Biz onlara ancak bizi daha çok
Allah'a yaklaştırsınlar diye ibadet ediyoruz" (ez-Zümer, 39/3) derlerdi.



Icki Icerlerdi




Şarap içmek adeti çok yaygındı. Şairleri
her zaman içki ziyafetinden bahseder, içki şiirleri edebiyatlarının büyük bir
kısmını teşkil ederdi. Hatta Enes b. Mâlik (r.a.)'in bildirdiğine göre İslâm'da
içki, Mâide Suresi'nin doksan ve doksanbirinci ayetleriyle kesin olarak haram
kılınmış, Hz. Peygamber (s.a.s) tellal bağırttırarak bunu ilân ettiğinde Medine
sokaklarında sel gibi içki akmıştır (Müslim, Eşribe, 3).




Kumar Oynarlardi




Cahiliyye çağında kumar da çok yaygındı.
Cahiliyye Arapları kumar oynamakla övünürlerdi. Öyle ki kumar meclislerine
katılmamak ayıp sayılırdı. Onların şairlerinden biri karısına şöyle vasiyette
bulunur:



"Ben ölürsem, sen, aciz ve konuşma
bilmeyen, iki yüzlü ve kumar bilmeyen birini isteme."




Tefecilik Yaparlardi




Tefecilik almış yürümüştü. Para ve benzeri
şeyleri birbirlerine borç verirler; kat kat faiz alırlardı. Borç veren kimse,
borcun vadesi bitince borçluya gelir: "Borcunu ödeyecek misin, yoksa onu
artırayım mı?" derdi. Onun da ödeme imkânı varsa öder, yoksa ikinci sene için
iki katına, üçüncü sene için dört katına çıkarır ve artırma işlemi böylece kat
kat devam ederdi. Tefecilik ve faizin her çeşidini haram kılan Allah, özellikle
Araplar'ın bu kötü âdetlerine dikkati çekerek "-Ey iman edenler! Kat kat faiz
yemeyin." (Âli İmrân,3/130) buyurmuştur.




Faiz Oranlari Cok Büyüktü




Faizcilik Araplar arasında o kadar
yerleşmişti ki ticaretle onun arasını ayıramıyorlar; "Faiz de tıpkı alış-veriş
gibi" diyorlardı. Bunun üzerine inen ayette: "Allah alış-verişi helâl, faizi ise
haram kılmıştır. " (el-Bakarâ, 2/275) buyrulmuştur.




Fuhus Cok Büyük Orandaydi




Cahiliyye Araplar'ı arasında fuhuş da nadir
şeylerden değildi. Cariyelerini zorla fuhuşa sürükleyenler vardı. Kur'an-ı
Kerîm'de bu hususa işaretle: "İffetli olmak isteyen cariyelerinizi fuhşa
zorlamayın. " (en-Nûr, 24/33) buyurulur.



Kocanın birkaç metresi olduğu gibi, kadının
da başkalarıyla ilişkide bulunması, bazı çevrelerce nefretle karşılanmayan bir
davranıştı. Fuhuşla ilgili Cahiliyye Araplarının şu adetlerini zikredebiliriz:



Kadın âdetinden temizlendikten sonra kocası
ona "şu adama git ve ondan hamile kal" derdi. Kadın istenilen adamla beraber
olduktan sonra kocası hamileliği belli oluncaya kadar ona yaklaşmazdı. Sonra
yaklaşabilirdi. Bu, iyi bir çocuğa sahip olmak için yapılırdı.



Sayıları üç ila on arasında değişen bir
grup erkek kadının evine girerek, sırasıyla hepsi de onunla cinsi münasebette
bulunurdu. Kadın hamile kalıp da doğum yaparsa doğumdan bir kaç gün sonra bu
erkekleri çağırır, erkekler de zorunlu olarak bu davete iştirak ederlerdi. Sonra
onlara: "Olanları biliyorsunuz, doğum yaptım" içlerinden birine işaret ederek
"çocuğun babası sensin" derdi. O da bundan kaçınamazdı.



Bazı fuhuş yapan kadınlar da tanınmaları
için kapılarına bayrak asarlardı. Bu tür kadınlardan biri doğum yaptığı zaman
teşhis heyeti toplanıp çocuğun kime ait olduğunu tespit ederdi. O da çocuğun
babası olduğunu kabul etmek zorunda kalırdı. (Buhârî, Nikah, 36)



Kadına değer verilmez, hak ve hukuku
tanınmaz, adeta bir eşya gibi telakki edilip miras alınırdı. Biri ölüp karısı
dul kalınca ölenin varislerinden gözü açık biri hemen elbisesini kadının üzerine
atardı. Kadın daha önce kaçıp bu halden kurtulamazsa artık onun olurdu. Dilerse
mehirsiz olarak onunla evlenir, dilerse onu bir başkasıyla evlendirerek mihrini
almaya hak kazanır ve kadına bundan bir şey vermezdi. Dilerse, kocasından
kendisine kalan mirası elinden almak için onu evlenmekten menederdi. Bunun
üzerine inen ayette: "Ey inananlar! Kadınlara zorla mirascı olmaya kalkmanız
size helâl değildir. " (en-Nisâ, 4/19) buyurulmuştur. (Şevkânî, Fethu'l-Kadir,
I, 440).



Yiyeceklerin bazısı yalnız erkeklere ait
olup kadınlara yasak ediliyordu. "Onlar: Bu hayvanların karınlarında olan
yavrular yalnız erkeklerimize mahsus olup, eşlerimize yasaktır. Ölü doğacak
olursa hepsi ona ortak olur" dediler (En'âm, 6/139)




Kizlari Diri Diri Topraga Gömerlerdi




Cahiliyye Arapları'nın kötü adetlerinden
biri de kız çocuklarını diri diri toprağa gömmeleriydi. Onlar bunu namuslarını
korumak veya ar telakki ettikleri için, bazıları da sakat ve çirkin olarak
doğduklarından yapıyorlardı. Kur'an-ı Kerîm'de şu ayetlerde buna işaret edilir:
"Onlardan birine Rahman olan Allah'a isnat ettikleri bir kız evlâd müjdelense
içi öfkeyle dolarak yüzü simsiyah kesilirdi. " (ez-Zuhruf, 43/17), " Diri diri
toprağa gömülen kız çocuğunun hangi suçla öldürüldüğü sorulduğu zaman... " (Tekvir,
81/8-9), "Ortak koştukları Şeyler müşriklerden çoğuna çocuklarını öldürmeyi
süslü gösterirdi. "(el-En'âm, 6/137)



Ekin ve hayvanlarını iki kısma ayırıyor bir
kısmını Allah'ın böyle emrettiğini sanarak Allah'a veriyor ve bir kısmını da
Allah'a eş koştukları putlarına ayırıyorlardı. Onlar bu batıl inanç ve
adetlerinde biraz daha ileri giderek Allah'ın payına düşeni alıyorlar, onu eş
koştukları putların payına ekliyorlardı. Ama putlarının payından alıp öbürüne
ilâve ettikleri görülmüyordu. "Allah'ın yarattığı ekin ve hayvanlardan O'na pay
ayırdılar ve kendi iddialarına göre: "Bu Allah'ındır, Şu da ortak
koştuklarımızındır" dediler. Ortakları için ayırdıkları Allah için verilmezdi.
Fakat Allah için ayırdıkları ortakları için verilirdi. Bu hükümleri ne kötüydü!"
(el-En'âm, 6/136).



Bir kısım hayvanlarla ekinlerin bazısını
dilediklerinden başkasına yasaklıyorlardı. Ayrıca bir kısım hayvanlara binerken
ve keserken Allah'ın adının anılmasına engel oluyorlardı. (el-En'âm, 6/138).



Bunun dışında hayvanlarla ilgili şu
adetleri de vardı:



Deve beş batın doğurup beşincisinde erkek
doğurursa kulağını çentip serbest bırakırlardı. Artık ona binmeyi ve sütünü
sağmayı haram kabul ederlerdi. Buna "Bahîra"* derlerdi.



Saibe*; dileği yerine gelen kimsenin
putlara adadığı deve idi. Buna da binilmez ve sütü sağılmazdı.



Vasîle*; koyun dişi doğurursa kendileri
için; erkek doğurursa putları için olurdu. Şayet biri erkek, biri dişi olmak
üzere ikiz doğurursa, dişinin hatırı için erkeği de kesmezler ve buna "Vasîle"
derlerdi.



Hâm* ; bir erkek devenin soyundan on döl
alınırsa onun sırtı haram sayılır, su ve otlakta serbest bırakılırdı. Kimse ona
dokunmazdı.



Bütün bunlardan başka müşrikler atalarından
devraldıkları birtakım adetleri devam ettirme konusunda direniyor ve hatta
bunların bazılarının, kendilerini Allah (c.c.)'a daha çok yaklaştırdıklarını
ileri sürüyorlardı.



İbn İshak şunları aktarıyor: "Kureyş, ya
Fil olayından evvel veya daha sonra meydana geldiğini tahmin ettiğim bir bid'at
ortaya çıkardı ki, tarihte (Hums) diye anılıp, asalet-i diniye iddiasından
ibarettir." Bunlar: "Biz, İbrahim'in evladıyız, ehl-i Harem biziz, Beyt'in
sahibiyiz, Mekke'nin de sâkini bulunuyoruz. Arap kabilelerinden hiçbir kabîle,
bizim sahip olduğumuz bu şeref ve itibara sahip değildir. Binaenaleyh biz, bu
müstesna mevkiimizin şeref ve itibarını korumalıyız. Bundan sonra Harem
haricinde hiçbir şeye tazim etmeyip bütün ihtiramatımızı Harem dahilinde
hasretmeliyiz. Meselâ, Arafat'ta halk ile bir sırada, yan yana, omuz omuza durup
vakfe etmek, sonra halk ile geri dönüp gelmek bizim kadrimizi tenzil eder"
diyorlardı.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
https://bilir.forum.st
ExaLTeD_Gs
Administratör
Administratör
ExaLTeD_Gs


Erkek Mesaj Sayısı : 2513
Yaş : 32
Nerden : Alemden
İş/Hobiler : Bilişim
<FONT color=orange><B><center>Ka :
Hz.Muhammed(S.A.V) Left_bar_bleue75 / 10075 / 100Hz.Muhammed(S.A.V) Right_bar_bleue

Kayıt tarihi : 19/05/08

Hz.Muhammed(S.A.V) Empty
MesajKonu: Geri: Hz.Muhammed(S.A.V)   Hz.Muhammed(S.A.V) Icon_minitime1Salı Kas. 25, 2008 5:39 pm

İbn İshâk devamla: "Kureyşliler bu asalet
fikrini ortaya koydu ve uygulamaya da başladı. Arafat'a çıkmayı, Arafat'tan
ifazâyı terk ettiler. Herkes Arafat'ta vakfe ederken, bunlar Müzdelife'ye
giderler, orada dururlardı. Ve "Biz ehlullahız, Harem-i Şerif'in hâdimleriyiz"
diyerek, diğerleriyle eşitliği kabul etmezlerdi. Fakat bunlar, Arafat'ta vakfe
etmenin İbrahim (a.s.)'in dini muktezası olduğunu biliyorlardı. Kinâne ile
Hüzâaoğuları da bu hususta Kureyş'e iltihak etmişlerdi.


Bunlar hac için, umre için gelen bedevîlere
müdahaleye kadar ileri gitmişlerdir. Harem hâricinden gelen herkesin, Beyt'in
ilk tavafı Siyab-ı Hums ile tavaf etmelerini kararlaştırdılar ve uyguladılar. Bu
kararın neticelerinden biri: Kim ki adi bir elbise ile gelip tavaf ederse,
tavaftan sonra o elbiseyi çıkarıp atması zarûrî idi.



Bu kararların ikinci neticesi ise;
asilzadelere mahsus bir elbisesi olmayan bedevî erkeklerin çıplak; kadınların da
yalnız önü yırtmaçlı kısa iç gömleği ile tavafa mecbur edilmesidir.



Bu ve bunun gibi pek çok âdetler yürürlükte
idi. Rasûlullah (s.a.s)'a iletilinceye kadar da bu âdetler yürürlükte kalmaya
devam etti. Daha sonra da A'râf suresinin 26, 27, 28, 31 ve 32. ayetlerinde,
çıplak tavaf ile birlikte diğer bid'atler de yasaklanmıştır.



Ebû Hüreyre (r.a.)'den gelen bir rivayete
göre, Ebû Bekr es-Sıddık (r.a.) Vedâ Hacc'ından (bir sene) evvel, Hz. peygamber
tarafından Hac Emîri* olarak (Mekke'ye) gönderildiğinde, Ebû Bekr de Ebû
Hureyre'yi Kurban Bayramı'nın ilk günü Mina'da büyük bir cemaat içinde halka (şu
iki maddeyi) ilâna memur kılmıştır. (Ebu Hüreyre): "Ey Nas! İyi biliniz, bu
yıldan sonra müşriklerin haccetmeleri, çıplakların da Kâbe'yi tavaf etmeleri
yasaktır" demiştir. (Sahîh-i Buhâri, Tecrid-i Sarih Tercümesi, VI,13) Fakat
onlar bunu kabule yanaşmamışlar, atalarını körükörüne taklide çalışmışlardır.
"Onlara: Allah'ın indirdiğine ve peygambere gelin dendiği zaman: Atalarımızı
üzerinde bulduğumuz şey bize yeter' derler. Alaları bir şey bilmeyen ve doğru
yolu da bulamayan kimseler olsalar da mı?" (el-Mâide, 5/104). İslâm, topluma
hakim olunca bütün bu cahilî sistemin ilkel davranışlarını tamamen
yasaklamıştır" (el-Mâide, 5/103).



Bütün bunlara baktığımızda, Cahiliyye'nin
bir inanma biçimi olduğunu görüyoruz. Cahiliyye; bir şeyi gerçeği dışında
bilmek, anlamak ve buna göre amel etmek demektir. Bu duruma göre Cahiliyye;
insanın ve toplumun İslâm öncesi ve İslâm dışı bir yaşayış biçimiyle yaşaması
demektir. Doğru yolun zıddı, ilmin aksi olan, eskiyen ve değişken olan,
bölgelere, kavimlere ve anlayışlara göre kurulan her türlü İslâm dışı rejimler;
cahilî sistemler ve hükümlerdir.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
https://bilir.forum.st
ExaLTeD_Gs
Administratör
Administratör
ExaLTeD_Gs


Erkek Mesaj Sayısı : 2513
Yaş : 32
Nerden : Alemden
İş/Hobiler : Bilişim
<FONT color=orange><B><center>Ka :
Hz.Muhammed(S.A.V) Left_bar_bleue75 / 10075 / 100Hz.Muhammed(S.A.V) Right_bar_bleue

Kayıt tarihi : 19/05/08

Hz.Muhammed(S.A.V) Empty
MesajKonu: Geri: Hz.Muhammed(S.A.V)   Hz.Muhammed(S.A.V) Icon_minitime1Salı Kas. 25, 2008 5:40 pm

EBREHENIN KULLEYS KILISESINI
YAPTIRISI ve KABE'YI YIKMAYA KALKISMASI

Habeş Necaşi nin Yemen Valisi ve Kumandanı
Eryat'ı öldürerek yerine gecen Ebrehetülesrem Hiristiyandir. Halkın, Hacc
Mevsiminde Hacca gitmeye hazırlandıklarını görünce: "Halk, nereye gidiyorlar?"
diye sordu. "Mekke'deki Beyt-i Harami Hacc etmeğe gidiyorlar!" dediler.Ebrehe "O
Beyt, neden yapılmıştır?" diye sordu.



"Tastan yapılmıştır" dediler.Ebrehe "Onun
Üzerine ne örtülmüştür?" diye sordu."Bu ülkeden giden Vasail'den (çizgili ince
Yemen kumaşından) örtülmüştür. " dediler.Ebrehe "Mesih üzerine yemin ederim ki:
ben, size ondan daha iyisini yapacagim ! ' ' dedi.Kayser'e yazarak San'a'da bir
kilise yapmak istediğini bildirdi ve bu hususta kendisine yardim edilmesini
istedi.Kayser, Ebrehe'ye sanatkarlarla Mermer ve mozaik gönderdi.Ebrehe, meşhur
Me'rib Kraliçesi Belkisin metrük sarayından da, ise yarayan tas, mermer gibi ne
varsa, hepsini San'a'ya taşıttırdı.



Kilisenin inşasını, çok siki tuttu.
Iscilerden her hangi birisi, güneş dogmadan işinin başında bulunmayacak olursa,
Ebrehe'ye götürülür, o da, ceza olarak o işçinin elini keserdi!




EBREHE'NIN KABE'YI YIKMAYA KALKISMASI




Nitekim, işçilerden birisi, işinin başına
erkence gelmekte gecikmiş güneş doğmuştu.Cezadan bağışlanmasını, Ebrehe'den rica
etsin diye ihtiyar annesini de,yanında getirmişti.Kadıncağız, oğlunun mazeretini
arz edip bağışlanmasını dilemişse de, Ebrehe "Ben, kendimi yalancı çıkaramam!"
diyerek isçinin elinin kesilmesini emir



etti.Bunun üzerine, ihtiyar kadın. Demir
baltanla vur (elleri, kolları kes)bakalım



Bu gün, hakimiyet senin amma, her zaman,
senin değildir. Yarin senden başkasıının olacaktır ! ' dedi . '



Ebrehe "Onu, yanıma getiriniz!" dedi.
Getirilince, kadına "Bu Kırallık, benden başkasına da, geçecek midir?"



diye sordu.Kadın, hiç çekinmeden ` `Evet !
' dedi.Ebrehe, Kuleys kilisesinin, üzerine cikinca, Aden denizini göre bilecek
derecede yükseltmek niyetinde idi. Fakat, "Bu günümden sonra, taş üstüne taş
koymayacağım!" diyerek



kadının oğlunun elini kesmekten vaz geçti.
Halkı da, çalışmaktan af etti Yapılan Kilisenin dışından yüksekliği, alt mis
zira' idi. İçten, on zira' doldurulmuştu.Kiliseye, mermer merdivenle çıkılmakta
idi.Kilise, hisarla çevrilmişti Kilise ile hisar arasındaki açıklık, her
tarafından iki yüz zira' idi. Kilisenin duvarları, Yemenlilerin Cerup dedikleri
süslü taslarla örülmüştü. Taşların aralarına burçları andıran ve birbiri içine
girmiş müselles şeklinde, yeşil, kırmızı, beyaz, sarı ve kara taşlar
konmuştu.Kilisenin bütün duvarları, yuvarlak biçiminde kara aban us ağaçları ile
bölünmüştü



Ağaçlar, bir adamın kucaklayabileceği
kalınlıkta idi.Örülen mermerlerin yüksekliği bir zira' idi.Mermerlerin Üzerine,
San'a dağının parlak kara taşlarından, onların üzerine, parlak sarı taşlarından,
onların üzerine de, parlak ak taşlarından örülmüştü .Kulleys kilisesinin
duvarlarının kalınlığı altı zira' kapısının yüksekliği on zira ' , genişliği
dört zira' idi.







EBREHE’ NİN KABE'YI YIKMAGA KALKISI


Ebrehe, kilisenin kapısının üzerini altın
levhalarla kaplattı. altın çivileri, birbirlerinden, mücevherlerle ayırdı



Kapıya, kırmızı büyük bir yakut
yerleştirdi.Kulleys kilisesinin kapısından girilince 40x80 zira' genişliğinde
nakışla sac



ağacından gümüş, altın çivilerle
tavanlanmış bir ev vardı.Buradan da, sağ ve sol taraflardan uzunluğu 40
zira'kadar olan bir sofaya girilmekte idi. Sofanın direkleri cini ile
kaplanmisti.Sofadan, 30X30zira'genisliginde bir kubbeye girilirdi.Kubbenin
duvarları, cini ile kaplan mis olup içinde altın gümüş ile süs-



lenmis çelik levhalar bulunmakta
idi.Kubbede günesin doğduğu tarafta 1O X 1O zira genişliğinde alaca renkte



kara mermer konulmuş olup Güneş vurduğu
zaman, içeriden kubbeye bakanlarin gözlerini almakta ve günesin, ayin ışığını k
u b b e n i n içine aks ettirmekte idi.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
https://bilir.forum.st
ExaLTeD_Gs
Administratör
Administratör
ExaLTeD_Gs


Erkek Mesaj Sayısı : 2513
Yaş : 32
Nerden : Alemden
İş/Hobiler : Bilişim
<FONT color=orange><B><center>Ka :
Hz.Muhammed(S.A.V) Left_bar_bleue75 / 10075 / 100Hz.Muhammed(S.A.V) Right_bar_bleue

Kayıt tarihi : 19/05/08

Hz.Muhammed(S.A.V) Empty
MesajKonu: Geri: Hz.Muhammed(S.A.V)   Hz.Muhammed(S.A.V) Icon_minitime1Salı Kas. 25, 2008 5:40 pm

FİL VAKASI (EBABİL KUŞLARI)

Kâbe'yi yıkmak üzere büyük bir orduyla gelen
Yemen valisi Ebrehe'nin ordusuna saldıran kuşlar.

Ebâbil, Arapça'da "bölükler, sürü, sürüler"
demektir. Kelime, Kur'ân-ı Kerim'de Fil sûresinin üçüncü âyetinde geçmektedir.
Fil sûresinde olay şöyle anlatılmaktadır: "Görmedin mi Rabbin fil sahiplerine ne
yaptı? Onların tuzaklarını boşa çıkarmadı mı? Üstlerine sürü sürü kuşlar
gönderdi. Onlara çamurdan sertleşmiş taşlar atıyorlardı. Nihâyet onları yenilmiş
ekin yaprağı gibi yaptı." (el-Fil, 105/1-5).



Bu olay Hz. Peygamber'in doğduğu yıl olmuş
ve orduda bulunan fil/fillerden dolayı Araplar arasında "Fil Vak'ası", geçtiği
yıl ise "Fil Yılı" olarak meşhur olmuştur. Olay kaynaklarda şöyle
zikredilmektedir:



Habeşistan Kralı Necâşi Ashame'nin, Yemen'e
hükümdar tâyin ettiği Ebrehe b. Sabbah el-Eşrem, Mekke'ye giden kervan ve Kâbe
ziyaretçilerini çekmek ve San'a şehrini ticaret merkezi haline getirmek üzere
burada Kulleys veya Kalis denilen bir tapınak (kilise) yaptırdı. Ancak tapınağa
gelen olmadığı gibi Fukaym kabilesine mensup bir Arap veya bir grup Arap
kiliseye girerek pislediler. Bunu öğrenen Ebrehe çok kızdı ve Kâbe'yi yıkacağına
yemin etti. Büyük bir ordu ve gayet iri cüsseli "Mamud" adlı fili önde olduğu
halde Mekke'ye yöneldi. M.S. 570 veya 571 yılında altmış bin asker ve on yahut
dokuz fille yola çıktı. (İbnü'l-Esir, el-Kâmil fi't Târih, Nşr: Tornberg, Beyrut
1965, I, 442).



Ebrehe yolda Yemen kralı Zû Neferi bozguna
uğrattı, ardından Has'amlıları yendi ve bunların Nufeyl b. Nubeyb adındaki
liderinin hayatını bağışlayarak kendisine Mekke'ye gidişte rehber yaptı.
Taif'teyken Sakif'liler tanrıları Lât'ı korumak uğruna Ebrehe ile işbirliğine
yanaşıp Ebû Regal'i ona rehber olarak verdiler. Ebrehe'nin fillerin desteğindeki
muazzam ordusunun karşısında hiçbir ordu dayanamadı ve Kureyş'liler bu gelişe
bakarak Kâbe'nin yıkılacağına kesin olarak inanmaya başladılar.




Abdülmuttalibin Ebrehe ile Görüsmesi




Mekke yakınında Mugammes denilen yerde
Ebrehe ordusu çadırlarını kurdu ve çevredeki Mekke'lilere âit develeri
yağmaladılar. Burada, Ebû Regal öldü. Develerin içinde Abdülmuttalib'in de iki
yüz devesi vardı. Ebrehe'nin elçisi Hınata el-Himyeri Mekke'ye giderek
Kureyş'lilerin ileri gelenleriyle görüştü ve "Kâbe'yi tavaf etmeyi bıraktıkları
takdirde onlara saldırmayacaklarını" söyledi. Onlara sadece Kâbe'yi yıkmak için
geldiklerini, kendileri ile savaşmayacaklarını bildirdi (İbnü'l-Esir, a.g.e.,
s.443).



Abdülmuttalib, "Biz onunla savaşmak
istemiyoruz, buna gücümüz de yetmez. Orası Beytullah'tır, eğer korursa O (Allah)
Harem'i korur" dedi; develerini görüşmek üzere Ebrehe'nin yanına vardı.
Abdülmuttalib'e iyi davranan ve önce onu takdirle karşılayan Ebrehe,
Abdülmuttalib develerini isteyince şöyle dedi: "Seni ilk gördüğümde gözüme büyük
bir şahsiyet olarak görünmüştün. Ama sen Kâbe'nin korunmasını isteyeceğin yerde
develerinin peşine düşünce gözümden düştün." Abdülmuttalib, "Ben develerin
sahibiyim. Kâbe'nin de sahibi var, O onu korur" dedi.



Abdülmuttalib develerini alıp
Kureyş'lilerin yanına döndü, onlara olup biteni anlattı ve hepsi, muhtemel bir
katliâma karşı Mekke'den ayrılıp dağlara çekildiler.




Fillerin Yere Cökmesi




Sabaha karşı Ebrehe, Mekke'ye ilerledi.
Mamud denilen büyük fil, şehre yaklâşınca yere çöküverdi; kalkması için çok
uğraştıkları halde kalkmadı. Öteki fillerin de, Kâbe yönünde sürüldüklerinde
yere çöktükleri, başka bir yöne yöneltildiklerinde koşarak kaçmaya çalıştıkları
görüldü. Bu mucizeyi olayın sıhhati Hz. Peygamber (s.a.s.)'in Kusva adlı
devesinin Mekke yakınlarında çökmesi olayında, Nebi (s.a.s.)'in söylediği
sözlerle sâbit olmuştur: Devesi çökünce Rasûlullah'ın ashâbı, "Deve çöktü"
dediğinde, Rasûlullah; "Hayır, Kusva çökmedi, yalnız onu 'Fili engelleyen'
engelledi" buyurmuştur. Buhâri ve Müslim'de, Rasûlullah (s.a.s.)'in Mekke'nin
fethi günü şöyle dediği nakledilmektedir: "Yüce Allah filleri Mekke'ye girmekten
alıkoydu. Ama Rasûlünü ve mü'minleri oraya gönderdi. Dün olduğu gibi bugün de
oranın hürmeti iâde olmuştur. Dikkat edin, hazır olan olmayana bildirsin. "




Kuşlarn Ebrehe Ordusuna Saldirmasi




Ebrehe ordusu Mekke'ye girerken deniz
tarafından, dahâ önce o bölgede hiç görülmemiş, kırlangıca benzer kuş sürüleri
bir anda ortaya çıkarak Ebrehe ordusuna saldırdılar. Gaga ve pençelerinde
taşıdıkları taşları ve çamurdan balçıkları askerlerin üzerine bıraktıklarında
onlar, kurumuş, paramparça olmuş ağaç yaprakları gibi dağıldılar. Rehberleri
Nufeyl kaçtı, askerler kuş saldırısında telef olup feci şekilde öldüler; yolda
kalanlar, geriye dönenler de helâk oldular. Mekke'liler bu mucizeyi dağlardan
seyrederken Allah'ın irâdesi karşısında hayret ve dehşet içindeydiler. Ebrehe,
bu saldırıda etleri parçalanmış, çürümüş halde San'aya dönerken, Hasm
kabilesinin yaşadığı bölgede göğsü ikiye yarılarak acıklı şekilde öldü (Kadı
Beydâvî, Envârü't-Tenzil, Fil Sûresi tefsiri).



Kuşlar ve attıkları taşlar hakkında çeşitli
rivâyetler vardır. Bu olay Rasûlullah'ın dünyaya geldiği yılda vukû bulduğundan,
Peygamberimizin ilk mucizelerinden sayılmıştır. Muhammed b. İshak ve İkrime o
yıl çiçek hastalığının Mekke'de yaygınlaştığını söylemişlerdir. Muhammed Abduh
(v. 1905) bu rivâyetlerden hareketle Kur'ân'da geçen "Tayran Ebâbile" ifâdesiyle
kastedilenin "sinekler" olduğunu ayaklarında salgın hastalık mikrobu taşıyan
sinek sürülerini Allah'ın, Ebrehe ordusuna musallat kıldığını belirtmektedir.
Yeryüzünün en ihtişamlı ordusu ve hayvanları (filleri) ile gelen Ebrehe ve
ordusunu Allah, bir ibret olsun diye gözle görülemeyen küçük canlılarla
mikroplarla helâk etmiştir. Bu görüşü yukarıda zikrettiğimiz gibi daha önce ilk
siyercilerden Muhammed b. İshak da kaydetmiştir.



Bu tefsirde önemli olan husus; Muhammed
Abduh, Reşid Rıza, ve diğer bazı müfessirlerin, Allah'ın, olağanüstü, fevkalâde,
harikulâde mucizesi ile bu Allah düşmanı orduyu helâk edişini dile
getirmeleridir. Tefsirlerde kuşların mâhiyeti hakkında değişik görüşler
bulunmaktadır. İbn Abbas ile Dahhak, Ebâbil'i "birbiri arkasından gelenler" diye
yorumlamışlardır. Hasan-ı Basri ile Katâde, "çok" mânâsına; İbn Zeyd "çeşitli,
sağdan soldan gelenler" mânâsına; Mücâhid, "toplu halde arka arkaya gelen"
mânâsına geldiğini söylemişlerdir. Kuşların, bölük bölük, karışık türde
oldukları anlaşılmaktadır. Rivâyetlerde kuşlar; kırlangıca, kekliğe, sığırcığa,
yarasaya, hatta "zümrüdü anka"ya benzetilmektedir .



"Siccil" kelimesi, taş ve çamur demektir.
Yahut, çamurla sıvanmış taş anl***** gelir. "Asf" kelimesi, ağaç yaprağı
anl***** gelir. Haşerelerin ağaç yaprağını yiyip ufalttıklarında yaprak yenik
yenik hale gelir ki, sûrede anlatılmak istenen budur.



Sûrenin anlamı; Allah'ın, Kâbe'nin
müdafaasını müşriklere bırakmadığını, saldırganları alışılmadık şekilde helâk
ettiğini bize anlatmaktadır.




Olayın Gerceklestigi Yer




Fil olayı, Müzdelife ve Mina arasındaki
Muhassab vadisi arasında bulunan Muassıb'da meydana gelmiştir. Müslim ile Ebû
Dâvûd, Câbir'den rivâyetle onun şöyle dediğini yazarlar: "Rasûlullah
Müzdelife'den Mina'ya hareket ettiği zaman Muassıb vadisin de hızlanmıştı." İmam
Nevevî bunu şöyle izah etmiştir: "Ashâb-ı Fil olayı burada cereyan etmiştir.
Onun için, sünnet olan, hacıların buradan hızla geçmesidir" (Mevdûdî, Tefhimul
Kur'an Trc: Muhammed Han Kayanı ve diğerleri, İstanbul 1988, VII, 238)



İmam Mâlik de Hz. Peygamber'den, "Müzdelife
durma yeridir, ama Muassıb vadisinde durulmamalıdır" hadisini nakleder.



Müşrik Kureyşlileri bu olay o kadar
etkilemiştir ki, üç yüz altmıştan fazla Kâbe putunu unutup yedi yahut on sene
Allah'a tapmışlardır. Fil sûresin de Allah, Ashâb-ı Fil'in acı âkıbetinin
fecâatine sadece ana hatlarıyla değinmiş ve müşriklere, Hz. Muhammed (s.a.s.)'in
dâvetine karşı çıktıklarında, onların başlarına gelebilecek acıklı azabı
hatırlatmıştır.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
https://bilir.forum.st
ExaLTeD_Gs
Administratör
Administratör
ExaLTeD_Gs


Erkek Mesaj Sayısı : 2513
Yaş : 32
Nerden : Alemden
İş/Hobiler : Bilişim
<FONT color=orange><B><center>Ka :
Hz.Muhammed(S.A.V) Left_bar_bleue75 / 10075 / 100Hz.Muhammed(S.A.V) Right_bar_bleue

Kayıt tarihi : 19/05/08

Hz.Muhammed(S.A.V) Empty
MesajKonu: Geri: Hz.Muhammed(S.A.V)   Hz.Muhammed(S.A.V) Icon_minitime1Salı Kas. 25, 2008 5:41 pm

TEBLIĞİN BEŞ DEVRESİ



Davet`in bes devresi olup birinci devresi:
Nübüvvet devresidir.



Davetin ikinci devresi:En yakin hisim ve
akrabayi, Ahiret azabiyla korkutup uyarma devresidir.Davetin ücüncü
devresi:Kendi kavmini,Ahiret azabiyle korkutup uyarma devresidir.Davetin
dördüncü devresi:Kendilerine, daha önce Ahiret azabiyle korkutup uyarma
devresidir.Davetin besinci devresi ise: Zamanin sonuna kadar, bütün Cinlerden ve
insanlardan, kendilerine davet erisebilecek olanlari, ahiret azabiyle korkutup
uyarma devresidir.




PEYGAMBERIMIZIN VAZIFESINI ACIKTAN
ACIKLAMASININ EMREDILMESI




Peygamberimiz, Tebliğin ilk devresi olan
nübüvvet devresini üç yıl geçirdikten sonra



açıktan tebliğ emri geldikten sonra
akrabaları olan Abdülmuttalip oğullarını kendisine inanmalarını ve ona yardımcı
olmalarını istemişti.



Fakat akrabaları kendisine yardım etmediği
gibi Amcası Ebu Leheb hakaret etmiş, bizi buraya bunun için mi çağırdın diyerek
hakaret etmişti.



Bundan sonra Peygamberimiz, Kureyş
kabilelerini, Safa tepesi yanına toplayarak onları İslama davet etti, bu
davetten de Kureyşilerden açık bir destek alamadı. Hatta Amcası Ebu Lehep
Peygamberimize Hakaret ederek ona taş attı, bunun sonucu Tebbet suresi inzal
oldu.







İŞKENCELER



Peygamberimiz tebliği açıktan yapmaya
başlayınca Kureyşiler müslüman olanlara işkence yapmaya başladılar.



Bu işkencelerin en fazlasını Peygamber
efendimiz Aleyhisselam görüyordu.Ona, hakaret ediyorlar,namazını kılarken
üzerine pislik atıyorlar,geçeceği yollara diken,butrak gibi şeyler saçıyorlardı.
Secde de iken Deve İşkembesini ve pisliğini kafasına atıyorlardı.



Diğer Müslüman olan insanların da hemen
hemen hepsi işkence görüyordu. Bunlardan köle ve cariye olanların işkencesi
öylesine ağırlaşmıştıki tahammül sınırlarını aşmıştı.



En çok işkence gören Sahabileri şöyle
sıralamak mümkün:



Bilal-i Habeşi,Zinnure Hatun,Ümmü Ubeys,Nehdiyye
Hatun,Amir b.Füheyre,Lübeyne Hatun, Ebu Fukeyhe,Habbab b.Eret,Yasir b.Amir,Miktat
b.Amr,Suheyb b.Sinan, vb...







EBU CEHL'IN PEYGAMBERIMIZI ÖLDÜRMEĞE
KALKIŞMASI



VE NADR B.HARİSİN BİR KONUŞMASI ,


Nadr b.Haris'in Peygamberimiz Hakkındaki
Konuşması:



Ebu Cehl, başından geçeni, Kureyşli
müşriklerine anlatınca, Nadr b.Haris, kalkıp "Ey Kureyş cemeati ! Vallahi, sizin
başınıza hiç bir zaman, bir benzerile mübtela olmadığınız,bundan sonra da, kolay
kolay çaresini bulamayacağınız bir iş gelmiş bulunuyor!



Muhammed; Şakaklarına ak düştüğünü
gördüğünüz zamana kadar, içinizde,en çok hoşunuza giden bir gençti.



En doğru sözlünüz ve en emininiz idi.


Nihayet, size getirdiği şeyle gelince, ona
(Sihirbaz!) dediniz.



Hayır! Vallahi, o, bir Sihirbaz değildir!


Biz, Sihirbazları ve onların üfürmelerini,
düğümlemelerini görmüşüzdür.



Siz, ona (Kahin!) dediniz.


Hayır! Vallahi, o, bir kahin değildir.


Biz, kahinleri ve onların titreyişlerini,
görmüş ve Seci'li sözlerini, dinlemişizdir



Siz, ona (Şair!) dediniz.


Hayır! Vallahi, o, bir Şair de, değildir.


Biz, Şiiri görmüş ve onun her çeşidini:
Hezec'ini, Recez'ini.. dinlemişizdir.



Siz, ona (Mecnun!) dediniz.


Hayır! Vallahi, o, bir mecnun da değildir.


Biz, delilikleri, görmüşüzdür.


Onun ise, ne boğulması, ne çarpınıp
titremesi, ne evhamlanması, ne de,



sözlerini, karıştırması, vardır.


Ey Kureyş cemeati! Durumunuzu iyice
düşününüz, gözden geçiriniz!



Çünki, vallahi, sizin başınıza, büyük bir
iş gelmiştir ! ' ' dedi
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
https://bilir.forum.st
ExaLTeD_Gs
Administratör
Administratör
ExaLTeD_Gs


Erkek Mesaj Sayısı : 2513
Yaş : 32
Nerden : Alemden
İş/Hobiler : Bilişim
<FONT color=orange><B><center>Ka :
Hz.Muhammed(S.A.V) Left_bar_bleue75 / 10075 / 100Hz.Muhammed(S.A.V) Right_bar_bleue

Kayıt tarihi : 19/05/08

Hz.Muhammed(S.A.V) Empty
MesajKonu: Geri: Hz.Muhammed(S.A.V)   Hz.Muhammed(S.A.V) Icon_minitime1Salı Kas. 25, 2008 5:41 pm

PEYGAMBERIMIZIN DOGUMU


Peygamberimiz Fil vakasından 50 gün sonra ,Rebiullevvel
ayinin on ikinci Pazartesi günü,tan yeri ağarırken, Mekke`de doğdu.



PEYGAMBERIMIZ DOĞDUĞUNDA BAZI HADISELER VUKU A
GELDI




Peygamberimiz doğduğunda bazı hadiseler
vuku a geldi,bunlardan bazılarını söyle sıralayabiliriz:Peygamberimiz ,Anadan
Sünnetli ve göbeği kesik olarak doğdu. Peygamberimiz doğarken, çocukların yere
düştükleri gibi düşmeyip ellerini ,yere dayamış başını semaya kaldırmış olarak
doğdu.Peygamberimiz doğduğu zaman ,bir yıldız doğmuş ve bilginler, bu yıldızın
doğduğu gece,Ahmed doğmuştur Dediler.Bir çok Yahudi Alimi Tevrat tan inceleme
ile peygamberimizin bu gecede doğduğunu yakınlarına bildirmişlerdir.



Peygamberimiz doğduğu gece Kisranin
sarayından on dört şerefe yıkıldı İranlıların,bin yıldan beri hiç sönmeden yanan
Atesgedeleri sönüverdi.Save Gölünün suyu çekildi.Sema ve Vadisini su bastı.Iran
Sahi, Arapların, ülkesini istila edeceğini rüyasında gördü,ve telaşa düştü.







PEYGAMBERIMIZIN BABASI HZ.ABDULLAH



Peygamberimizin babası Hz. Abdullah
Kureyş’in ileri gelen delikanlılarından idi. Güzel yüzlü,iki gözü arasında
peygamberlik nurunu taşıyordu.Mekkenin bütün genç kızları onunla evlenmek için
can atarlardı.Babasına o kadar itaatliydi ki babasının izinden hiç
çıkmazdı.Hatta birinde babası Abdulmuttalip Allaha dua etmiş ve ``Allahım eğer
bana on erkek evladı verirsen onlardan birini senin için kurban edeceğim``demiş
,on evladı olunca da Allaha verdiği sözü tutmak için oğlu Abdullahı kurban etmek
istemiştir.Oğlu Abdullah babasına itiraz etmemiş ve boyun eğmiştir Etraftan
yapılan eleştirilerle oğlunu kurban etmekten vaz geçmiş onun yerine 100 Adet
Deve kurban etmiştir. Hz. Abdullah hz. Amine ile evlendikten Kısa bir müddet
sonra gittiği ticaret kervanından dönerken yolda hastalandı. Medine’de dayısı
Beni Adiy bin. Neccarin yanında bir ay hasta aldıktan sonra vefat etti.Hz.
Abdullah vefat ettiği zaman Peygamberimiz henüz Anne karnında altı aylıktı.







PEYGAMBERIMIZIN SÜT ANNEYE VERILISI



Yeni doğan çocukları süt anneye vermek;
Kureyş ve sair Arap eşrafının adeti idi.



Bu da; kadınların kocaları ile daha iyi
meşgul olmalarını ve çocuklarında ,özellikle ,havasının güzelliği, rutubetinin
azlığı ve suyunun tatlılığı ile tanınan yerlerde yasayan şerefli kabileler
arasında, sağlam vücutlu,siki etli, cesaretli yetişmelerini ve düzgün, pürüzsüz
konuşmayı öğrenmelerini sağlamak içindi.



Mekke çevresinde ve Harem içinde oturan
kabilelerden Süt annesi olanlar, her yıl iki defa, yaz ve güz olmak üzere
Mekke`ye gelirler,çocukları alıp götürürlerdi.



Peygamber efendimizi(A.S) Ben`i Sa`d b.Bekr
kabilesinden Süt annesi Halime hatun götürdü.



Peygamberimizin Süt kardeşleri şunlardır::


Abdullah b. Haris,Üneyse binti.Haris,Şeyma
bint-i Haris.



Peygamberimizi Yetim olduğu için Arap
kadınları kabul etmemiş; sadece kabilesine götürecek çocuk bulamayan Halime, eli
bos gitmemesi için peygamberimizi kabul etmişti.Peygamberimizi aldıktan sonra
Halime ve Ailesinin yaşam tarzı bir anda değişti.



Bunlardan bazılarını Halimenin dilinden
dinleyecek olursak; Halime Hatun der ki;`` İçinde bulunduğumuz kuraklık ve
kıtlık yılında hiç bir şeyimiz kalmamıştı. Ben, kır merkebimin üzerinde
idim.Yanımızda, yaşlı bir devemiz vardı,bize bir damla süt vermiyordu.



Üzerinde bulunduğum merkebin ağır yürümesi
yol arkadaşlarımı çileden cıkartıyordu.Nihayet Mekke’ye varıp emdirilecek oğlan
çocukları aramaya başladık. İçimizden hiç bir kadın Muhammedi almak
istemiyor,ondan uzak duruyorduk. Çünkü, bizler emdireceğimiz çoçuğun babasından
bahisse kavuşmayı ve ondan armağanlar almayı bekliyorduk.



Bir ara Muhammed in dedesi Abdulmuttaliple
karşılaştım,bana; İsmin nedir ?diye sordu.



Halime dedim. Bana;Ey Halime! Benim yanımda
bir yetim çocuğum var onu emzirmek için Beni Sa`d kabilesi kadınlarına teklif
ettim öksüz olduğu için kabul etmediler. Sen kabul eder misin? Ben ,``bana biraz
müsaade ette kocama bir danışayım``dedim.



Hemen kocamın yanına döndüm,ona haber
verdim. Kocam izin verince Muhammedi aldım.



Muhammed bize gelince,evimiz öyle
bereketlendi ki kocam la hayretler içinde kaldik.Sütü çekilmiş olan devemizde
sütler fazlaca akmaya, zayıf olan merkebimizi,yolda başka hiç bir binek hayvan
geçememeğe,davarlarımıza inen süt hiç bir davara inmemeye başladı.



Peygamberin Çocukluğu daha değişikti. Daha
iki Aylık iken,her tarafa yuvarlanmaya çalışıyordu.Üç Aylık olunca Day durmaya
çalışıyordu.Dört Aylık olunca, duvara tutunup yürüyordu.Beş Aylık olunca bir
yere tutunmadan yürüyebiliyordu.Altı Ayı tamamlayınca, yürümeyi
hızlandırmıştı.Yedi Aylık iken her tarafa gidebiliyor,koşabiliyordu. Sekiz Aylık
iken,konuşuyor,konuşulanı anlayabiliyordu.On Aylık iken Ok atabiliyordu. İki
Yılı doldurduğu zaman,oldukça, iri ve gösterişli bir çocuk olmuştu.Onu Annesine
götürdük, Amma,biz,Onun yüzünden gördüğümüz hayır ve bereketten dolayı,
Yanımızda bir müddet daha tutmaya çok istekli bulunuyorduk.







HZ.AMINENIN MEDINE ZIYARETI VE VEFATI



Hz. Amine Peygamberi de yanına alarak
Medine’deki Neccar oğullarından olan Dayılarını ziyarete gitti. Orada
peygamberle, bir ay kadar misafir oldular.



Yahudi kavmi peygamberimizi orada görünce
onu devamlı kontrol edip hal ve hareketlerine dikkat ediyorlardı. Hz. Amine
Yahudilerin Peygamberimiz hakkında takındıkları tavırlardan korkmaya başladı Ve
acilen Mekke ye dönmek için yola koyuldular.



Hz. Amine, Mekke’ye gelirken, yolda
hastalanıp Evba köyünde durakladi.Başucunda duran Peygamberimizin yüzene
baktı.Sonra da söyle hitap etti:



``Ey çekilen dehşetli ölüm okundan, Allah
in lutfu ve yardımı ile yüz deve karşılığında kurtulan zatin oğlu!Allah,
Seni,mübarek ve devamlı kilsin! Eğer rüyada gördüklerim doğru çıkarsa,Sen Celal
ve bol ikram Sahibi tarafından,Adem oğullarına helal ve haramı bildirmek üzere
gönderileceksin! Allah, Seni milletlerle birlikte devam edip gelen putlardan,
putperestlikten de, esirgeyecek,alıkoyacaktır.



Her canlı varlık ölecektir. Bende
öleceğim.Fakat temelli anılacağım Çünkü, temiz bir oğul doğurmuş,arkamda hayırlı
bir anı bırakmış bulunuyorum demiştir.



Ve hz. Amine Ebva da vefat etti.Hazret-i
Amine vefat ettiğinde 30 yaşlarında idi.



Dünyada,böylece Babasız ve Annesiz kalan
Peygamberimizi,yüce Allah,hamisiz bırakmadı: Önce dedesi Abdulmuttalibin
yanında, sonra da amcası Ebu Talib-in yanında kaldı. Peygamberimiz, sekiz yaşına
kadar,Dedesi Abdulmuttalibin yanında,sekiz yaşından sonra da Amcası Ebu Talib-in
yanında kaldı.







PEYGAMBERIMIZIN TICARET HAYATINA ATILISI



Kureyşliler, öteden beri ticaretle
uğraşırlardı. Ticaretle uğraşmayanların ise,ellerinde hiç bir şeyleri
bulunmazdı. Peygamberimizin de, hazreti Hatice hesabına ticarete başlamadan
önce, ticaretle uğraştığı olmuştur. Nitekim, Said b.Ebu Saib, Islamiyetten önce
Peygamberimizin ticaret ortağı idi.Peygamberimizin,ticaret yapmak için,
sermayesi olmadığından,hazreti Hatice peygamberimizi ücretle tuttu ve
Kureyşilerden tuttuğu, başka bir zatıda, Peygamberimizin yanına kattı. Hazreti
Hatice yapacağı her sefer için, Peygamberimize, ücret olarak genç ve yiğit birer
erkek deve veriyordu. Peygamberimiz, Hazreti Hatice`nin ticaret Malını Şam`a
götürmek için ,ilk defa dört tane erkek ve genç deveye anlaştılar.
Peygamberimizle Kervan halkı Şam`a gitmek için yola koyuldular: Şam
topraklarından Busraya vardıklarında peygamberimiz orada getirdiği bütün malları
çok karlı bir şekilde satıp alacaklarını aldıktan sonra,Mekke’ye yardımcısı olan
Meysele ile birlikte geri döndü.







PEYGAMBERIMIZIN EVLENMESI



Peygamberimiz hazreti Hatice adına ticaret
yaparken, Peygamberimizdeki harikulade halleri görmüş ve yardımcısı Meysele ile
Peygamberimize evlilik teklif etmişti. Peygamberimiz bu teklifi kabul ederek
Kureyşlilerin en soylu kadınlarından olan hazreti Hatice ile evlendi.



PEYGAMBERIMIZIN COCUKLARI


Peygamberimizin, hazreti Haticeden,iki erkek
çocuğu,dört kız çocuğu doğmuştur Isimleri şöyleydi: Kasim, Abdullah, Zeynep,Rukayye
,Ümmü Külsüm,Fatima ve Cariyesi Mısırlı Maria`dan doğan Ibrahim`dir.






KABENIN KUREYŞILERCE YENIDEN YAPILISI VE
PEYGAMBERIMIZIN HAKEMLIGI




Bir Kadın, Kabe Hareminde buhurdanlıkta Öd
ağacı yaktığı sırada , buhurdanlıktan sıçrayan bir kıvılcımdan Kâbenin kat kat
olan örtüsü tutuşup tamamı ile yanmış, bu yüzden duvarlar da her taraftan
gevşeyip çatlamış bulunuyordu. Zaman, zaman sahilden gelen sel baskınları ilede
Kâbenin tabanı ve duvarları da iyice yıkılacak duruma gelmişti.



Bunun icin,Kureysliler Kabenin duvarlarını
onarıp sağlamlaştırmak ve üzerinede,tavan çatmak istiyorlar,fakat, yıkmağa
kalkarlarsa azaba ugrayabileceklerinden korkuyorlar,aralarinda meşvere
ediyorlardı.



Am bu sırada Rum tüccarlarından birisine
Ait olan inşaat malzemesi yüklü bir gemi Cüdde sahillerinde parcalandi,bunu
fırsat bilen Kureyşliler aralarında yardımlaşarak bu batan gemiden Kabe inşaası
için gerekli malzemeleri almış oldular.Ve Kâbenin inşaatına başladılar.



Hacerül Esved taşı yerine konulacağı zaman
kabileler ,birbirleriyle anlaşamadılar. Hatta işi okadar ilerlettiler ki
aralarında kavga yapmaya çok az bir zaman kaldı. Kureyşiler, Bu iş üzerinde,
dört veya beş gece durdular. Sonra Kureyşin yaşlılarından Ebu Ümeyye b. Mugire
bir teklifte bulundu;



Teklifine göre ,mescidin kapısından giren
ilk kişi bu taşı koymak için hakem olacaktı. Bütün kavmin uluları bu teklifi
kabul ettiler.



Tam bu sırada peygamberimiz içeri girdi,
bütün kureyşliler el çırparak El-Emin`in hakemligine razıyız dediler.



Peygamberimiz de hakemlik yaparken bütün
kabilelerden birer kişi alarak Hacerul Esved-i bir beze koydurdu,ve onu
konulacak yere getirttikten sonra besmele çekerek kendi elleriyle Hacerul-Esvedi
yerine koymuş oldu

__________________
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
https://bilir.forum.st
ExaLTeD_Gs
Administratör
Administratör
ExaLTeD_Gs


Erkek Mesaj Sayısı : 2513
Yaş : 32
Nerden : Alemden
İş/Hobiler : Bilişim
<FONT color=orange><B><center>Ka :
Hz.Muhammed(S.A.V) Left_bar_bleue75 / 10075 / 100Hz.Muhammed(S.A.V) Right_bar_bleue

Kayıt tarihi : 19/05/08

Hz.Muhammed(S.A.V) Empty
MesajKonu: Geri: Hz.Muhammed(S.A.V)   Hz.Muhammed(S.A.V) Icon_minitime1Salı Kas. 25, 2008 5:42 pm

PEYGAMBERLIĞI VE MEKKE
DÖNEMI


Böylece kendisine verilecek ilâhî risâlet
görevini üstlenebilecek bir seviye ve vasata geldiği bir sırada, kırk yaşında
iken yine böyle bir uzlet anında Hıra mağarasında, Cenâb-ı Hakk'ın peygamberlere
vahiy getirmekle görevli meleği Cebrâil (a.s), O'na ilk vahyi, Alak Sûresi'nin
ilk beş âyetini getirdi. Artık Allah'ın Rasûlü, insanları hak din olan İslâm'a
çağırmakla görevli idi. O, bu görevine ailesi halkından ve hak davaya gönül
verebilecek yakın arkadaşlarından, gerçeği kabul edebilecek kabiliyetde olan,
fıtratı bozulmamış, düşünme istidadı körelmemiş kişilerden başladı. İlk önce
O'nu sevgili eşi Hz. Hatice tasdik etti. Erkeklerden Hz. Ebûbekir, çocuklardan
Hz. Afi, âzadlı kölelerden Zeyd b. Hârise kendisine ilk iman eden kimselerdi.
Ardından Hz. Ebûbekir'in de aracılığıyla Hz. Osman, Abdurralıman b. Avf, Zübeyr
b. el-Avvâm, Talha b. Ubeydullah, Sa'd b. Ebî Vakkâs, Ebû Ubeyde b. el-Cerrah,
Sa'id b. Zeyd, Abdullah b. Mes'ûd gibi şahsiyetler müslüman oldular. Hz.
Peygamber ilk üç yıl davetini gizli sürdürdü. Yalnız bu gizlilik, İslâm'ın
esasları ve prensipleri açısından değildi. İslâm, sır perdeleri arkasında, gizli
saklı, esrarengiz ve gizemli, anlaşılmaz bir takım düşünceler ve doktrinler
ihtiva eden bir din değildi. Onun esasları gayet açık, net, anlaşılır, sâde, arı
duru olup akıl ve mantığa da uygun idi. Aynı şekilde bu gizlilik, İslâm'ın
sadece belli bir zümreye has bir grup dini oluşundan da değildi. Aksine
İslâmiyet cihanşümûl bir din olup bütün bir beşeriyetin hidayet ve saâdetini
hedeflemişti. Ancak Hz. Peygamber'in ilk üç yıl davetini gizli sürdürmesi,
çevredeki insanların İslâm'a karşı takındıkları düşmanca tavırdan, inanç ve
ibadet hürriyeti tanımayacak kadar insafsız ve bağnaz oluşlarından
kaynaklanıyordu. Müslüman olanların mallarına ve canlarına bir zarar gelmemesi,
filizlenmekte olan İslâm davâsına acımasız bir balta vurulmaması açısından gizli
davete gerek duyulmuştu. Bu safhada Hz. Peygamber faâliyetini genellikle davet
merkezi edindiği Dâru'l-Erkam'dan yürütmüştür. Burası ilk iman edenlerden el-Erkam
b. Ebi'l-Erkam'ın* Kâbe karşısında Safâ tepesi yamaçlarındaki evi idi. İlk
müslümanlardan bir çoğu İslâm'ı burada kabul etmişler, Hz. Peygamber'in
eğitimine burada mazhar olarak İslâm'ın eşsiz esaslarını ruhlarına ve
hayatlarına burada nakşetmişlerdi. Hz. Peygamber burada İslâm davâsına gönül
bağlayarak mallarını ve canlarını bu hak davâ uğrunda fedâdan çekinmeyen sâdık,
vefâlı ve ihlâslı bir kadroyu oluşturmakla meşgûldü. O, biliyordu ki böyle bir
kadro olmaksızın İslâm davâsının ortaya çıkıp yayılması mümkün değildir. Bu
bakımdan Hz. Peygamber'in bu devredeki icraatı ashabını birbirine kenetlendirmiş
ve aralarında mükemmel bir bağlılık oluşturmuştu.



İşte Hz. Peygamber İslâm davâsı etrafında
böyle bir kadro oluşturduktan sonra peygamberliğin dördüncü yılından itibâren
İslâm'ı açık açık tebliğ etmeye başladı. Kureyş müşriklerinin İslâm'ı engellemek
için başvurdukları çok çeşitli çareler, Hz. Peygamber'e ve İslâma samimiyetle
bağlı kadro elemanlarına engel olamıyordu. Bu arada Mekke müşrikleri özellikle
korunmasız müslümanlara insaf ve vicdana sığmayan eziyet ve işkencelerde
bulundular. Bu işkenceler karşısında Hz. Peygamber, isteyen müslümanların
Habeşistan'a gidebileceklerini belirtip hicret izni verince, nübüvvetin beş ve
altıncı yıllarında müslümanlardan birer grup I. ve II. Habeş hicretlerini
gerçekleştirdiler. Mekkeli müslümanların böylece Mekke hâricine İslâm'ı
taşımaları, müşriklerin hınç ve kinini artırmıştı. Ama Cenâb-ı Hakk'ın yardım ve
inâyeti sebebiyledir ki İslâm'a gösterilen bu düşmanlıklar bile hak dinin
yayılmasına yardımcı oluyordu. Meselâ azılı müşriklerden Ebû Cehil'in bizzat Hz.
Peygamber'e yaptığı sözlü ve fiili bir sataşma, Kureyş arasında şahsiyeti ve
kuvvetiyle büyük bir itibâra sahip olan Hz. Hamza'nın müslüman olmasını sağladı.
Ardından Mekke idare meclisi Dâru'n-Nedve'de alınan Hz. Peygamber'i öldürme
kararını uygulamak için harekete geçen güçlü şahsiyet Ömer b. el-Hattâb, Hz.
Peygamber'i öldürmek üzere O'nu ararken aslında ayakları onu hidâyete sevkediyor
ve Ömer'in gücü İslâm saflarına yeni bir heyecan ve şevk katıyordu. Arka arkaya
Hz. Hamza'nın ve Hz. Ömer'in müslüman olmaları, Kureyş müşriklerinin gözünü bir
süre yıldırmış, artık müstümanlara dokunamaz olmuşlardı. İşte bunu izleyen
günlerde Habeş muhâcirlerinden bir kısmı Mekke'ye geri döndü. Ancak bu sırada
müşrikler yeniden şiddete başlayıp, cehâlet ve bağnazlıkla bağlandıkları ata
dinlerini, zulme dayalı olduğu için İslâm'ın ortadan kaldıracağı şahsî çıkar ve
menfaatlerini, bâtıl tahakküm ve zorbalıklarını kurtarabilmek için akıl almaz
çarelere başvurmuşlardı. Bu türden olmak üzere hem müslümanlar, hem de
müslümanları koruyan Hâşimoğulları, peygamberliğin yedinci senesi ile onuncu
senesi arasında tam üç yıl devam eden bir boykot ve muhâsaraya marûz kaldılar.
Mekkeliler ne müslümanlarla, ne de onları koruyan Hâşimoğulları ile hiç bir
münâsebette bulunmayacaklarına, her türlü ilişkiyi keseceklerine, onlarla hiç
bir şekilde alış-verişte bulunmayacaklarına, oturup kalkmayacaklarına, kız alıp
vermeyeceklerine dair bir karar almış, bu karan yazdıklan sahifeyi Kâbe'nin iç
duvarına asarak dinî bir hüviyet de vermişlerdi. Bu karara muhâlefet eden, hem
vatana, hem de dine ihânet etmiş sayılacak ve en ağır şekilde
cezalandırılacaktı. Mekkeliler tarafından üç yıl süreyle ve titizlikle uygulanan
bu karar, elbette müslümanlara sıkıntılı, güç günler yaşatmıştır. Peygamberliğin
onuncu yılında bu karar iptal edilip boykot ve muhâsara kaldırıldığı vakit
müslümanlar pek ziyade sevinme imkânı bulamadılar. Çünkü çok geçmeden Hz.
Peygamber iki büyük yakınını, amcası Ebû Tâlib'i ve eşi Hz. Hatice'yi üç gün
arayla ardı ardına kaybetti. Rasulullâh'ın üiüntüsüne müslümanlar da katıldılar
ve bu seneye Hüzün yılı* adını verdiler. Özellikle Ebû Talib'in vefatı, Hz.
Peygamber'in Mekke'de İslâm'ı tebliğ etmesini bir hayli güçleştirdi. Çünkü Ebû
Tâlib'in sağlığında Mekkeliler Ona hürmet duydukları için himayesine aldığı
yeğenine dokunmuyorlardı. Şimdi bu himaye ortadan kalktığı için Hz. Peygamber
her yerde sataşma ve engellemelerle karşılaşıyordu. Böyle bir ortamda İslâm'ı
tebliğ etmek âdeta imkânsız hâle geldiğinden Hz. Peygamber, İslâm'ı kabullenecek
yeni bir kitle aramaya başladı. Bu sebeple de azadlı kölesi Zeyd b. Hârise ile
birlikte bir gün gizlice Tâif'e gitti. Ancak dolaylı akrabalarından olan
reislerinden gördüğü alaylı ve acımasız muâmele Hz. Muhammed'in derhal Mekke'ye
geri dönmesini gerekli kıldı. Hz. Peygamber şehirden gizlice çıkmıştı. Şayet bu
durum Mekkelilerce öğrenilmişse onun gidişi ülke dışına kaçma olarak
değerlendirilebilir ve kendisi siyâsi suçlu sayılabilirdi. Bu düşüncelerle Hz.
Peygamber şehre ancak bir emân ve himâye altında girmek gerektiğine kanâat
getirerek müşriklerin ileri gelenlerinden Mut'ım b. Adî'nin himâyesini sağladı
ve onun koruması altında şehre girdi.



Yıllar boyu Mekkelilerin İslâm'a karşı
gösterdiği kin; düşmanlık ve engellemeler, üç yıl süreyle devam eden ve
insafsızca uygulanan toplumdan dışlanma ve muhâsara olayı, ardından Ebû Tâlib'in
ve Hz. Hatice'nin vefatları dolayısıyla Hz. Peygamber'in himayesiz kalması ve
Mekkelilerin sataşmalarına mâruz kalması, bunu tâkiben de Tâif halkının
horlayıcı tavn, her ne kadar Allah Rasûlünün ümit ve azmini kıramamış, davet
şevk ve iştiyakını azaltamamış ise de, şüphesiz bir beşer olarak O'nu üzmüş ve
rencide etmişti. İşte böyle bir durumda Hz. Peygamber'i sevindirecek ve
Kur'an'dan sonra en büyük mûcizelerinden biri olan bir mucize meydana geldi.
Cenâb-ı Hak, Rasûlünü teselli etmek, bunca gördüğü düşmanlıklara rağmen
gösterdiği sabır ve sebat dolayısıyla O'nu taltif edip lütuf ve ikramda bulunmak
üzere katına çağırdı ve Hz. Peygamber'in İsrâ ve Mirâc mûcizesi gerçekleşti. Bir
gece vakti Hz. Peygamber, bir an ifade edilebilecek çok kısa bir zaman dilimi
içinde önce Mekke'den Kudüs'e gitti. Oradan da göklere yükselerek Rabbinin
huzuruna çıktı; dünya ötesi âlemi, Cennet ve Cehennem'i müşahede etti. Böylece
rûhen takviye görmüş, Rabbi tarafından mükâfaatlandırılmış olarak tekrar aynı
anda Mekke'ye döndü.



Bu olaydan sonra Hz. Peygamber (s.a.s)
İslâmî tebliğine yine devam ediyordu. Fakat İslâm'ın kitlesi olacak zümreyi
arayışı genellikle Mekke'ye dış kabilelerden hac, umre veya ticaret gibi
maksatlarla gelen yabancılar arasında oluyordu. Önceleri bu teşebbüsü bazen
olaylı, bazen sert, nâzik, veya mütereddit, ama hep menfi bir tavırla
karşılanıyordu. Ancak nübüvvetin onbirinci senesinde Medine'nin Hazrec
kabilesinden altı kişi Akabe adı verilen yerde Hz. Peygamber'le karşılaşıp kısa
bir görüşmeden sonra O'na iman ettiler. Bu altı Medineli, şehirlerine dönüşte
Hazrec ve Evs kabileleri arasında İslâm'ı yaydılar. Ertesi senenin hac
mevsiminde ikisi Evsli, onu Hazrecli oniki kişilik bir heyet yine Akabe'de Hz.
Peygamber'le buluşup O'na bey'at ettiler. I. Akabe bey'atı olarak tarihlere
geçen bu görüşmenin akabinde Hz. Peygamber, İslâm kadrosunun ilk elemanlarından
Mus'ab b. Umeyr'i davetçi olarak Medine'ye gönderiyordu. Mus'ab'ın Medine'de bir
yıl süreyle yaptığı faâliyet öylesine verimli olmuştu ki İslâm'ın bahsedilmediği
ve girmediği bir ev hemen hemen kalmamıştı ve Medineliler, Allah Rasûlünü
şehirlerine buyur edip O'nu koruma konusunda her tehlikeyi göze alacak bir
kıvâma erişmişlerdi. Peygamberliğin onüçüncü yılında Medine'den gelen daha
kalabalık bir heyet Akabe'de Hz. Peygamber'le bir gece vakti gizlice buluşup II.
Akabe Bey'atı'nı gerçekleştiriyor ve şehirlerine göç ettiği takdirde Hz.
Peygaber'i ve Mekkeli müslümanları malları ve canlarını korudukları gibi
koruyacaklarına and içiyorlardı. İşte bu and ve karşılıklı söz vermelere İslâm
tarihinde "Akabe bey'atları * " adı verilmiştir.



HICRET VE İSLÂM DEVLETI:


Mekkeliler bu görüşmeleri haber aldıkları
zaman başlatılan yeni baskılar, müslümanlara hicret kapılarını açtı. Hz.
Peygamber'in izni ile Ashâb-ı kirâm gruplar halinde ve çoğunlukla gizlice şehri
terkedip Medine yolunu tuttular. Artık şehirde Hz. Peygamber ve ailesi, Hz. Ali,
Hz. Ebûbekir ve ailesi ile hicrete imkân bulamamış olanlarla yakınları veya
akrabaları tarafından hicretleri engellenmiş kimseler kalmıştı. Müslümanların
Medine'de toplanarak zinde bir güç oluşturmaları, Mekkelileri ürküten ve
korkutan bir husus olmuştu. Bu günlerde sık sık olağanüstü toplantılar yapan
müşrikler, gizli bir celsede, karşılaşılan bu zor problemi çözme yollarını
aradılar. Yegâne kurtuluş yolu olarak Hz. Muhammed'in öldürülmesi görüldü.
Kararlaştırılan komplonun icrâsı için hazırlıklar yapılırken Cebrâil (a.s)
vâsıtasıyla durumdan haberdâr olan Hz. Peygamber de hicret için hazırlığa
koyuldu ve hicrette kendisine yol arkadaşlığı yapacak Hz. Ebûbekir'le önceden
hazırladığı plân gereğince geceleyin Mekke'yi terketti. Uzun ve zaman zaman
tehlikeli geçen yorucu bir yolculuktan sonra 8 Rebiulevvel pazartesi günü
Medine'nin banliyösü Kubâ köyüne geldiği zaman Ensâr ve Muhâcirûn'un O'nu
karşılaması son derece heyecanlı ve içten olmuştu. Hz. Peygamber bu köy halkının
ricası üzerine burada beş gün istirahat etti ve bu kısa istirahatı sırasında
bilfiil kendisi de çalışarak bir mescid inşâ ettirdi. Kubâ'ya gelişinin beşinci
günü sabahleyin buradan ayrılarak Medine şehrine yöneldi. Günlerden cuma idi.
Öğle vakti Rânunâ adlı mevkiye gelindiği vakit Hz. Peygamber burada durdu; ilk
cuma hutbesini îrad etti ve ardından ilk cuma namazını kıldırdı. Sonra yoluna
devam etti. Şehirde bir bayram havası vardı. Büyük küçük herkes yollara
dökülmüş, coşkun bir tezâhürât, sevgi ve saygıyla Hz. peygamber'i karşılıyor,
şehirlerine ve evlerine buyur ediyordu. Hz. Peygamber hiç kimsenin davetini
reddetmiş olmamak ve hiç kimseyi kırmamak için uygun bir çare buldu ve üzerinde
hicret ettiği devesi Kasvâ kendi hâline bırakıldı; devenin çöktüğü yere en yakın
evde Hz. Peygamber misafir olacaktı. Deve, şehrin orta tarafında iki yetim
çocuğa ait boş bir arsada çöktü ve Hz. Peygamber kendisine ait hâne-i saâdetleri
inşâ edilinceye kadar buraya evi en yakın olan Ebû Eyyûb Hâlid b. Zeyd el-Ensârî
Hazretlerinin evinde misafir kaldı.



Böylece Hz. Peygamber'in hayatında ve davet
faâliyetinde yeni bir dönem, Medine dönemi başlamış oluyordu. Medine'de Hz.
Peygamber, İslâm'a kucak açmış büyük bir kitleye kavuşmuştu; İslâm'ın
bağımsızlığı ve hâkimiyetini ilân edeceği bir vatana da sahipti. Artık yapılacak
şey, bu vatan sathında İslâm cemâatını teşkilatlandırmak, insanların birbirleri
ile olan münâsebetlerini hak ölçüleri içerisinde düzenlemek ve hakkın
hâkimiyetini sağlayarak etrafa yaymaktı. Bunun için de bir devlete ihtiyaç
vardı. Peygamber Efendimiz bu ihtiyacı gayet iyi bildiğinden, artık Medine'ye
hicretin ilk günlerinden itibâren O'nun davet merhaleleri arasında "devletleşme
diye adlandırdığımız safhayı gerçekleştirmek üzere çaba sarfetti. Kuruluş
günlerini yaşayan İslâm devletı'nin idâre merkesi, htikümet binası, harp
karargâhı vs. gibi çok önemli hizmetler verecek olan Mescid'i inşâ etti. Mescide
bitişik olarak bina edilen suffa, İslâm cemâatının bütün İslâmî meselelerde
eğitildiği ve gerekli bilgilerin öğretildiği önemli bir eğitim-öğretim
müessesesi oldu. Bu sıralarda okunmaya başlanan ezan, sadece namaz vaktinin
geldiğini bildiren bir ilân değil, aynı zamanda İslâm hâkimiyetini âleme
haykıran bir sembol ve şiâr idi. Komşu devletlerle münâsebetlerin tanzimi için
henüz hicri birinci senede ilk sınır tespiti gerçekleştirilmiş ve bu sınırlar
içerisindeki müslümanların gücünü belirleme açısından Hz. Peygamber'in emri
üzerine nüfus sayımı yapılmıştı. Ensâr'dan bir kişi ile muhâcirûn'dan bir
kişinin bir araya getirilerek İslâm topluluğunun ikişer ikişer
kardeşleştirilmesi ameliyesi demek olan muâhât *, başka bir çok faydaları
yanısıra İslâm devleti'nin asıl unsurunu oluşturan müslümanlar arasında tam bir
kaynaşma ve dayanışma sağlıyordu. Yine aynı senede hazırlanan anayasa,
müslümanları olduğu kadar Medine'de bulunan müşrikleri ve Yahudileri de
kaps***** alarak Hz. Peygamber'in devlet başkanlığını bu gayri müslim
azınlıklara da kabul ettiriyor ve aynı ülkede yaşayan vatandaşlar olarak bu
insanlar İslâm'ın hakimiyet ve koruması altına alınarak devlet açısından
güvenliğin sağlanması hedefleniyordu.

__________________
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
https://bilir.forum.st
ExaLTeD_Gs
Administratör
Administratör
ExaLTeD_Gs


Erkek Mesaj Sayısı : 2513
Yaş : 32
Nerden : Alemden
İş/Hobiler : Bilişim
<FONT color=orange><B><center>Ka :
Hz.Muhammed(S.A.V) Left_bar_bleue75 / 10075 / 100Hz.Muhammed(S.A.V) Right_bar_bleue

Kayıt tarihi : 19/05/08

Hz.Muhammed(S.A.V) Empty
MesajKonu: Geri: Hz.Muhammed(S.A.V)   Hz.Muhammed(S.A.V) Icon_minitime1Salı Kas. 25, 2008 5:43 pm

MUHAMMED ( A.S) VAHY GELISI


Muhammed (A.S), kırk yaşına gelince, Allah(C.C) onun
kerametini açıklamayı ve kullarına,onunla rahmet etmeyi dilediği
zaman,Kendisine, ilk vahiy ve peygamberlik baslangıcı,uykuda Sadık rü`yalar
görmekle olmuştur.



Peygamberimiz, altı ay bu hal üzere kaldı.


Yüce Allah, bu altı Ay içerisinde Peygamberine, Uykuda,
sonrada uyanık Vahiy etti.



Peygamberimiz, her yıl, Ramazan ayında Hira dağında bir ay
itikafa girer,Kureyşilerin yapageldikleri gibi, yanına gelen yoksullara yemek de
yedirirdi.Peygamberimiz, kavminin sürü sürü putlara tapıp durduklarını gördükce,onlardan
uzaklaşmayı, Halvet ve Uzlete çekilmeyi özler, Hira dağına girer,Halvet ederdi.



Peygamberimiz (A.S),yüce Allah tarafından Peygamber olarak
gönderilecegi ve ilahi rahmetin, kullari, onunla ihsan olunacağı gün, gelmis
bulunuyordu.



Peygamberimiz; Ramazan ayının on beşinci cumartesi ve on
altıncı pazar gecelerinde, Hira mağarasında uyuduğu bir sırada,Rüyasında, Vahy
meleği Cebrail (A.S) atlastan bir kab içinde bir kitapla gelip Peeygamberimize
``OKU`` dedi.



Peygamberimiz``Neyi okuyayım?`` diye sordu.


Cebrail,Peygamberimizi,nefesi kesilinceye kadar,sıktı.


Peygamberimiz,kendisini ölecek sandı.


Bundan sonra,Cebrail (A.S),bırakıp Peygamberimize,`` OKU``!
dedi.



Peygamberimiz ``Neyi okuyayım?`` diye sordu.


Cebrail Aleyhisselam,Peygamberimizi,tekrar,nefesi
kesilinceye kadar sıktı.



Peygamberimiz, kendini ölecek sandı.


Sonra, Cebrail Aleyhisselamın sıkmasından kurtulmak icin``Neyi
okuyayım?`` diye sorduğu zaman, Cebrail Aleyhisselam, Alak suresinin başındaki
beş ayeti okudu.



Peygamberimiz de, onları, okudu.


Cebrail Aleyhisselam, ayrılıp gittiği ve
Peygamberimiz,uykudan uyandığı zaman, o ayetler,, sanki,bir kitap olarak
Peygamberimizin kalbine yazılmış gibi idi.



Peygamberimiz, mağaradan ayrılıp Hidra dağının ortasına
geldiği zaman,gökten,bir ses isitti ki: ``Ya Muhammed! Sen, Allahin Resulusun!
Ben,Cebrailim !`` diyordu.



Peygamberimiz,basini kaldirip bakinca, Cebrail Aleyhisselam`i
ayaklarini,gögün ufukuna basmis bir insan suretinde gördü!.



``Ya Muhammed! Sen, Allahin Rasulüsün!Ben, Cebrailim!
Diyordu.



Peygamberimiz,duraklamis, Ona, baka kalmisti.


Ne bir adım ilerliyebiliyor,ne de,gerileyebiliyordu!


Eve döndügünde ,gördüklerini hazreti Haticeye anlatti,hazreti
Hatice,``Sana Müjdeler olsun!



Yüce Allah sana ,hayirdan baska bir sey yapmaz.!diyerek onu
teselli etti.







HAZRETI HATICENIN PEYGAMBERIMIZI VERAKAYA GÖTÜRMESI:


Peygamberimiz, yüce Allah tarafindan, Cebrail Aleyhisselamin
getirip teblig ettigi Risalet vazifesini kabul ederek evine dönerek, hic bir
agaca ve tasa rastlamadiki, kendisini selamlamasin!.



Peygamberimiz,yüregi titreyerek eve gelip,``Beni
örtünüz!,beni örtünüz!``buyurdu.



Kalkinca, hazreti Haticeye basindan gecen olaylari anlatti.


Hazreti Hatice de onu alip Hiristiyanliga girmis
olan,Veraka b.Nevfel´in yanina götürdü.Ona, Ey Amucamin oglu! Dinle bak!
Kardesiyin oglu,ne söylüyor!



Veraka!´´ Ne gördün kardesimin oglu?´´ diye sordu.


Peygamberimiz;gördüklerini,isittiklerini,haber
verince,Veraka:´´Senin bu gördügün,Allah tarafindan Musa Aleyhisselama
indirilmis olan Namusul-Ekber´dir.



Ah Keske, kavminin,Seni (yurdundan)cikaracaklari
zaman,ben,sag ve genc, dinc olsaydim!´´ dedi.



Peygamberimiz´´ Onlar, beni cikaracaklarmi ki? !´´ diye
sordu.



Veraka ´´Evet! Cikaracaklardir.


Cünkü, senin gibi, bir sey getirmis kimse yoktur ki,
düsmanliga ve iskenceye ugramasin!

Eger, ben, Senin davet günlerine yetisirsem, Sana,son derece yardim ederim!´´
dedi.



Cok gecmeden de, vefat etti.






İLK ABDEST VE ILK NAMAZ



Peygamberimiz, Hiradan döndügü ve Mekke´nin yukari
tarafinda bulundugu sirada Cebrail Aliyhisselam, gelip vadinin bir kösesinde
ökcesini yere vurdu.



Oradan, bir su kaynadi.


Cebrail Aleyhisselam, ondan Abdest aldi.


Peygamberimiz,Cebrail Aleyhisselamin Abdest alisina
bakiyordu.



Cebrail Aleyhisselam,Namaz icin nasil Abdest alinip
temizlenilecegini görsün diye,yüzünü dirseklerine kadar ellerini yikadi.



Agzini, su ile calkalandi.


Burnuna, su cekti, ve ona,Abdest almayi,Namaz kilmayi
ögretti.



Peygamberimiz de hanımı hazreti Haticeye, Cebrailin
öğrettiklerini öğretti.







PEYGAMBERIMIZIN TEBLIĞE BAŞLAMASI VE İLK MÜSLÜMANLAR


Allah (C.C) ilk teblig emri olan ´´Ey örtülere bürünen
(Resulüm), kalk ve insanlari uyar.´´ Ayeti celilesi gelince Peygamberimiz teblig
görevine baslamis



ve insanlari Allahin birligine, davet etmeye baslamisti.


Davete ilk icabet edip müslüman olanlarin isimleri
sunlardir:



Ilk Müslümanlik serefine sahip olan kisi hazreti
Hatice´dir.



Hz.Ali,hz Ebubekir,hz Zeyd b.Harise,Bilal-i Habesi ve
Annesi Hamame,Ebu Fukeyhe, Halid b.Said,Umeyne bint-i Halef,Amr b.Said,Zubeyr
b.Avvam, hz. Osman,hz.Talha b. Ubeydullah,Sad b. Ebi Vakkas, Abdurrahman b. Avf,
Ebu Ubeyde b.Cerrah, Ebu Seleme,hz Ümmü Seleme,Osman b.Mazun, vb...

__________________
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
https://bilir.forum.st
ExaLTeD_Gs
Administratör
Administratör
ExaLTeD_Gs


Erkek Mesaj Sayısı : 2513
Yaş : 32
Nerden : Alemden
İş/Hobiler : Bilişim
<FONT color=orange><B><center>Ka :
Hz.Muhammed(S.A.V) Left_bar_bleue75 / 10075 / 100Hz.Muhammed(S.A.V) Right_bar_bleue

Kayıt tarihi : 19/05/08

Hz.Muhammed(S.A.V) Empty
MesajKonu: Geri: Hz.Muhammed(S.A.V)   Hz.Muhammed(S.A.V) Icon_minitime1Salı Kas. 25, 2008 5:43 pm

MİRAC


Arapça'da merdiven, yukarı çıkmak, yükselmek
anlamlarını dile getirir. İslam'da Hz. Peygamber (s.a.s)' in göğe yükselerek
Allah'ın huzuruna kabul edilmesi olayı. Mirac olayı hicretten bir yıl ya da
onyedi ay önce Receb ayının yirmi yedinci gecesi gerçekleşir. Olayın iki aşaması
vardır. Birinci aşamada Hz. Peygamber (s.a.s) Mescidül-Haram'dan Beytü'l-Makdis'e
(Kudüs) götürülür. Kur'an'ın andığı bu aşama, gece yürüyüşü anlamında isra adını
alır. İkinci aşamayı ise Hz. Peygamber (s.a.s)'in Beytü'l-Makdis'ten Allah'a
yükselişi oluşturur. Mirac olarak anılan bu yükselme olayı Kur'an'da anılmaz,
ama çok sayıdaki hadis ayrıntılı biçimde anlatılır.


Hadislerde verilen bilgiye göre Hz.
Peygamber (s.a.s), Kâbe'de Hatim'de ya da amcasının kızı Ümmühani binti Ebi
Talib'in evinde yatarken Cebrail gelip göğsünü yardı, kalbini Zemzem ile
yıkadıktan sonra içine iman ve hikmet doldurdu. Burak adlı bineğe bindirilerek
Beytü'l-Makdis'e getirildi. Burada Hz. İbrahim, Hz. Musa, Hz. İsa ve diğer bazı
peygamberler tarafından karşılandı. Hz. Peygamber (s.a.s) imam olarak diğer
peygamberlere namaz kıldırdı.


Hz. Peygamber (s.a.s), Beytü'l-Makdis'te
kurulan bir Mirac'la ve yanında Cebrail olduğu halde göğe
yükselmeye başladı. Göğün birinci katında Hz. Adem, ikinci katında Hz. İsa ve
Yahya, üçüncü katında Hz. Yusuf, dördüncü katında Hz. İdris, beşinci katında Hz.
Harun, altıncı katında Hz. Musa ve yedinci katında Hz. İbrahim ile görüştü.
Cebrail ile birlikte yükseliş Sidretü'l-Münteha'ya kadar sürdü. Cebrail,
"Buradan bir parmak ucu ileri geçecek olursam yanarım" diyerek Sidretü'l
Münteha'da kaldı. Hz. Peygamber (s.a.s) buradan itibaren Refref adlı başka bir
binekle yükselişini sürdürdü. Bu yükseliş sırasında Cennet ve nimetlerini,
Cehennem ve azabını müşahede etti. Sonunda Allah'ın huzuruna kabul edildi.
Kendisine ümmetinden Allah'a şirk koşmayanların Cennet'e gireceği müjdelendi,
Bakara suresinin son ayetleri verildi ve beş vakit namaz farı kılındı. Yeniden
Refref ile Sidretü'l-Münteha'ya, oradan Burak'la Kudüs'e, oradan da Mekke'ye
döndürüldü.


Hz. Peygamber (s.a.s) ertesi günü Mirac
olayını anlattı. Olayı duyan müşrikler yoğun bir kampanya başlatarak Hz.
Peygamber (s.a.s)'i suçlamaya, alaya almaya başladılar. Bu kampanya bazı
müslümanları da etkileyerek şüpheye düşürdü. Olayın gerçek olup olmadığını
araştırmak isteyenler Beytü'l-Makdis'e ve Mekke'ye gelmekte olan bir kervana
ilişkin sorular sorarak Hz. Peygamber (s.a.s)'i sınadılar. Hz. Peygamber
(s.a.s)'in verdiği bilgilerin doğruluğu müslümanları şüpheden kurtardıysa da
müşriklerin inatlarını kırmaya yetmedi. Mirac olayı inatlarını ve
düşmanlıklarını artırarak onlar için bir fitne nedeni oldu. Bu olay karşısındaki
tutumu nedeniyle Hz. Ebu Bekr, Hz. Peygamber (s.a.s)'ce "Sıddîk" lakabıyla
onurlandırıldı. Hz. Ebu Bekir olayı kendisine anlatarak hala inanmaya devam edip
etmeyeceğini soran müşriklere "O söylüyorsa şüphesiz doğrudur" cevabını
vermişti.


Ahad hadislere dayansa da Mirac olayının
gerçekliğinde tüm müslümanlar birleşmişlerdir. Ancak olayın gerçekleşme biçimi
İslam bilginleri arasında görüş ayrılıklarına neden olmuştur. Buna göre İbn
Abbas'ın da içinde bulunduğu bazı bilginlere göre Mirac olayı uykuda
gerçekleşmiştir. Bilginlerin büyük çoğunluğuna göre ise uyku durumunda ve rüyada
değil, uyanık iken gerçekleşmiştir. Fakat bu görüşü savunanlar da Mirac'ın
yalnız ruhla mı, yoksa hem ruh, hem de bedenle mi olduğu konusunda ikiye
ayrılmışlardır. Sonraki Kelamcıların büyük çoğunluğuna göre mirac olayı
uyanıkken hem ruh, hem de bedenle gerçekleşmiştir. İçlerinde Hz. Aişe'nin de
bulunduğu bazı bilginlerle mutasavvıfların büyük çoğunluğuna göre ise uyanık
durumda iken ama yalnız ruhla gerçekleşmiştir.


Mirac olayının gerçekleştiği gece
müslümanlarca kadir gecesinden sonra en kutsal gece sayılmış ve bu gecenin
ibadetle ihyası gelenekleşmiştir. Osmanlılar döneminde, camiler kandillerle
donatıldığı için Mirac kandili olarak anılan geceyi izleyen gün, cami ve
tekkelerde Mirac olayını anlatan ve Miraciye adı verilen şiirlerin okunması,
dinleyenlere süt ikram edilmesi de bir gelenekti.



MIRAC GECESINDE PEYGAMBERIMIZE VERILEN
HEDIYELER



Mirac günü peygamber efendimiz (S.A.V)
hediye olarak üç şey verilmişti: Bunlar; Beş Vakit Namaz, Bakara Suresinin Son
Ayetleri, Ve Şirk Koşmamak şartı ile ‘’LA İLAHE İLLALLAH ‘’diyen her Müslümanın
cennete girebileceği müjdesi.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
https://bilir.forum.st
ExaLTeD_Gs
Administratör
Administratör
ExaLTeD_Gs


Erkek Mesaj Sayısı : 2513
Yaş : 32
Nerden : Alemden
İş/Hobiler : Bilişim
<FONT color=orange><B><center>Ka :
Hz.Muhammed(S.A.V) Left_bar_bleue75 / 10075 / 100Hz.Muhammed(S.A.V) Right_bar_bleue

Kayıt tarihi : 19/05/08

Hz.Muhammed(S.A.V) Empty
MesajKonu: Geri: Hz.Muhammed(S.A.V)   Hz.Muhammed(S.A.V) Icon_minitime1Salı Kas. 25, 2008 5:46 pm

MEKKE DÖNEMI




Mekke Cahiliye ortamında Hz. İbrahim'in
soyundan gelen ve onun Hanif dinini takip eden bir aileden doğan Hz.
Muhammed'in, kırk yaşında putperest toplumu gerçek dine davet etmesi için
peygamberlikle görevlendirilmesiyle birlikte ona inanan ve inanmayan insanların
13 yıl boyunca kendi dinlerinin savaşımını verdikleri ve nihayet azınlık-güçsüz
müslümanların kendi yurtları olan Mekke'den Medine'ye hicret etmeleriyle kapanan
bir dönemin adı; Miladî 610-623 yılları arasında geçen İslâmî tebliğin ilk
dönemi. Mekke döneminin sonu, aynı zamanda Hicrî yılın başlangıcıdır.



Hz. Muhammed'in peygamberlikten önceki
hayatı Mekke Dönemi içerisinde değerlendirilmez; Mekke Dönemi Hz. Peygamber'in
peygamberliğiyle başlar. Toplumunun cahilî yaşantısından uzak kalmak ve gerçeği
düşünmek için yılın belli dönemlerinde şehirden uzaklaşan peygamberimiz yine
böyle bir durumda Hıra Mağarasında iken Cebrail (a.s.)'ın okuduğu,



"Oku, Rabbinin adıyla oku. O, insanı bir
kan pıhtısından yarattı... " diye başlayan Alâk suresinin ilk ayetlerini dinledi
ve peygamberlikle görevlendirildi. Daha önce bir kitap verilmemiş putperest bir
topluma kendisine gelen bu gerçeği anlatma görevi ile görevlendirildi. Kendisi o
toplumda sevilen, güvenilen, asil ve emin biriydi. Ona, "güvenilen Muhammed"
anl***** gelen "Muhammedül Emin" deniyordu. En değerli emanetler başkasına değil
ona bırakılıyordu. Eşi Hz. Hatice Hz. Peygamber'in karşılaştığı bu durumu amcası
Varaka b. Nevfel'e anlattı. İlâhî kitaplardan haberdar olan Varaka; "Ona gelen,
daha önceki peygamberlere gelen Cibril-i Emindir, O peygamberdir. Keşke kavmi
onu bu şehirden çıkardığı zaman hayatta olsam da ona yardım etsem" dedi.
Varaka'nın söylediği aynen gerçekleşti.



Daha sonra peygamberimiz (s.a.s), Mekke'den
çıkarıldı. "Ey örtüsüne bürünen! Kalk (toplumunu) korkut; Rabbini büyük bil,
elbiseni de temiz tut" (el-Müddessir, 74/14) ayetleriyle birlikte Hz.
Muhammed'in zorlu "Mekke Dönemi" başladı. Hz. Peygamber önce en yakın çevresini
uyardı. Kendisine ilk inananlar; hanımı Hatice, kendi evinde kalan yeğeni Ali,
azadlısı Zeyd, yakın arkadaşları Ebû Bekir, Osman, Talha.... oldu. Çevresinde
toplanan bu müslümanlar da ona yardımcı olarak, herkes kendi güvendiği yakın
çevresini yeni dinle tanıştırdı. Kendisine dinin ulaştırıldığı insanlardan temiz
yaratılışlılar, zulme, haksızlığa, ahlâksızlığa karşı olanlar bu dine inanıyor;
yerleşik düzenin nimetlerinden aşırı yararlanan hırslı, zalim, merhametsiz,
ahlâken zayıf Mekke ileri gelenleri bu dine düşman oluyorlardı. Çünkü bu yeni
din onların düzenini temelden değiştirmek için gelmişti. Onlar, dua etmek
istedikleri zaman hiçbir şey duymayan, görmeyen, kendisine bile yararı
dokunmayan, elleriyle yonttukları putlara, heykellere el açarken; yeni gelen din
şunu söylüyordu: "Her şeyi yaratan, işiten, gören, dua ettiğiniz zaman size
yardım edecek olan tek Allah'a yönelin; o putları terkedin. " Onlar insanları
efendi-köle, zengin-fakir, yöneten-yönetilen, soylu-soysuz, sosyete-normal
vatandaş, siyah-beyaz kadın-erkek şeklinde gruplara bölüp bir kısmım diğerlerine
üstün tutarken; yeni din, bütün insanların tek bir candan yaratıldığını,
üstünlüğün ancak kalplerdeki iyilik duygusu ve Allah korkusuyla elde
edilebileceğini ilân ediyordu. Onlar, kız çocuklarını utanç verici bir leke
olarak görürken, yeni din; kadınlara iyi davranılmasını emrediyordu. Onlar zayıf
insanları köleleştirip pazarlarda satarken, kölesini bir hayvan gibi görür zevki
için ona işkence yaparken, yeni din; "köleleriniz kardeşlerinizdir, kendi
yediğinizden onlara da yedirin, giydiğinizden onlara da giydirin; başınıza bir
siyah köle bile emir seçilirse ona itaat edin" diyordu. Kısaca yeni din toplumu
her türlü bağdan kurtarıp, inananlara Allah'ın önünde kardeş olarak secde
etmelerini emrediyordu.




GİZLİ TEBLİĞ DÖNEMİ



İslâm Mekke'de önceleri gizlice yayıldı.
Güvenilir dostlar arasında konuşuldu ve kendisine bir taban oluşturdu. Bu dönem
üç yıl sürdü. Davet gizli olmasına rağmen bu yeni dinin haberi kulaktan kulağa
öyle yayıldı ki Mekke'de İslâm'ın konuşulmadığı tek ev kalmadı. Hatta Mekke
dışına da taştı ve civar köylerden birinde oturan Ebû Zer el Gıfarî de bu yeni
dini duydu ve hemen Mekke'ye gelerek Hz. Peygamber'i bulup müslüman oldu.




TEBLİĞİN AÇIKTAN YAPILMASI



"Yakın akrabanı uyar, müminlerin sana tâbi
olanlarına himaye kanatlarını indir. Şayet sana karşı çıkarlarsa onlara şöyle
de: Ben sizin yaptıklarınızdan tamamen uzağım." (eş-Şuarâ, 26/214-216)
ayetleriyle birlikte açık davet dönemi başladı. Hz. Peygamber ailesi olan
Haşimoğullarını bir yemeye davet etti ve kendisine gelen gerçeği onlara
açıkladı. Ancak müşrikler alay ederek dağılıp gittiler. Hz. Peygamber, başka bir
gün Safâ tepesine çıkarak bütün Mekkelilere toplanmaları için çağrı yaptı.
Toplandıklarında onlara şöyle sordu: "Ey Kureyş! Size; Şu tepenin arkasında bir
düşman ordusu var ve hemen üzerinize saldıracak' desem inanır mısınız?"
Verdikleri cevap: "Evet inanırız, çünkü senin yalanını duymadık" oldu "O halde
haberiniz olsun ki, ileride büyük bir azap günü var..." Topluluktan bir ses
yükseldi: "Günümüzü zehir ettin! Bizi bunun için mi çağırdın?..." Ve toplantı
yine dağıldı.



Yeni dinle eski din arasında şiddetli bir
mücadele başladı. Artık Mekke'de Lâ ilâhe illallah demek büyük bir suçtu.
Aileler parçalandı. Bu mücadele sadece şehirde değil evlerde de vardı. Baba
müşrik, çocuk müslüman; koca müslüman, eş müşrik. Ardından, evden kovulmalar,
boşanmalar, evlâtlıktan reddedilmeler, hapsetmeler, baskılar, dayak, işkenceler
başladı. Bu ortamda Peygamber'in önderliğindeki müslümanlar, Erkam b. Ebil-Erkam'ın
evini kendilerine merkez yaptılar ve geceleri orada buluşmaya başladılar. Orada
yeni din öğreniliyor; yeni gelen ayetler ezberleniyor; namaz kılınıyor; evinden
kovulan, aç kalan, işkenceye uğrayan müslümanlara kanat geriliyordu. Ama en çok
da sabır öğretiliyordu. Çünkü bir günlük değildi işkence.



Yeni dinin egemen olması halinde eski
konumlarını yitireceklerini iyi bilen Mekke eşrafı bu gidişe dur demek için yeni
taktikler geliştiriyordu. Önce alay ettiler; "Bizim gibi soylu, zengin kişiler
varken Allan buna mı vahiy verdi" dediler. Ardından, alay ve eğlenceye rağmen
müslümanların sayısında artış olduğunu görünce iftiraya başladılar: "Bunun
söylediği şiirdir, bu adam şâirdir, kâhinlik yapıyor. Buna bir şeyler öğreten
vardır; ondan aldığı bilgileri bize aktarıyor; Aslında bunun söyledikleri Yahudi
ve Hristiyan din adamlarından öğrenilmiş bilgilerdir." İftiralarına aslında
kendileri de inanmıyorlardı. Çünkü onlar, Muhammed'i çok iyi tanıyor ve onun
şâir, kâhin, nakilci olmadığını biliyorlardı. Bunu herkes bildiği için de
İslâm'ın yayılışı devam etti ve kendi adamlarından bir kısmı daha müslümanların
safına katıldı. Mekke'nin parlamento binası durumundaki Darün Nedve'de toplanan
Mekke büyükleri yeni politikalar ürettiler ve Hz. Peygamber'e geldiler. Barış
görüşmeleri yapmak için teklifleri kendilerince cazipti: "Ya Muhammed, senin
derdin ne? Toplumumuzu darmadağın ettin. Eğer zenginlik istiyorsan, sana
istediğin kadar mal toplayalım. Amacın yönetici olmaksa, seni kendimize önder
yapalım, kral seçelim. Kadın istersen Mekke'nin en güzel kızlarını sana verelim.
Bu işten vazgeç, istediğini verelim. Ama Hz. Peygamber onlara karşı net bir
tavırla şöyle buyurdu: Değil onları, bir elime ay'ı diğer elime güneşi verseniz
ben bu davadan asla vazgeçmem. Çünkü ben bunu kendi isteğimle, arzuma göre
yapmıyorum. Bunu Allah isliyor" Müşrikler yeğenini ikna etsin diye araya amcası
Ebû Tâlib'i koydular. O da aynı teklifle geldi; ama karar kesindi. Mekke
yöneticileri Ebû Tâlib'e bir uyarı yaptılar: "Bundan sonra Muhammed'i himaye
etmekten vazgeç, onunla aramızdan çekil." Ama Ebû Tâlib akrabalık bağlarını
korumakta kararlı idi: "Sen işine bak oğlum. Ben hayatta olduğum sürece sana
kimse hiç bir zarar veremez." Ebû Tâlib iyi niyetli idi, ama müslümanların
tamamını korumaya onun gücü yetmiyordu. Üstelik müslüman da olmamıştı.
Müslümanlar, Peygamberimizin amcası Hz. Hamza ve bir müddet sonra da Hz. Ömer'in
müslüman olmasıyla biraz daha güçlendiler. Ancak işkence sürüyordu. Kabilesi
veya kendisi güçlü olan müslümanların dışında herkes eziliyordu. Özellikle :
köleler; bunlardan bir aile, Yâsir ailesi İslâm'ın ilk şehitleri oluyordu. Hz.
Peygamber müslümanların bu işkencelerden kurtulabilmesi için Mekke'yi
terketmelerine izin verdi ve onları "Orada bir hükümdar var, kimseye haksızlık
ettirmez; orası emin bir yerdir. Allah başka bir kapı açıncaya kadar oraya
gidin" diyerek Habeşistan'a gönderdi. Ve, 11 erkek dört kadın Habeşistan'a göç
ettiler. Ancak göçe katılanlar daha ziyade güçlü müslümanlardı. Amaç,
müslümanlara iyi bir üs hazırlamak ve İslâm'ı yaymaktı. Habeşistan'a hicret
edenlerin orada iyi karşılandıkları haberi Mekke'ye ulaştığında Mekkeliler
telâşlandılar. Bu arada bir söylenti çıkarıldı: "Bütün Mekke müslüman oldu." Bu
haber Habeşistan'a ulaşınca muhacir müslümanlar geri döndü; ancak Mekke
yakınında gerçeği öğrendiklerinde bir kısmı tekrar Habeşistan'a dönerken bir
kısmı da gizlice Mekke'ye girdi.



Bir süre sonra Mekke'den daha büyük bir
kafile İkinci Habeşistan hicretine katıldı. Bunlar yetmiş üç kişi idiler. Mekke
müşrikleri İslâm'ın orada güçlenmesinden endişelenerek gidenleri geri getirmek
için hazırladıkları değerli hediyelerle birlikte iki elçilerini Habeşistan
Necaşisine gönderdiler. Elçiler Necaşinin huzuruna çıktıklarında önce hediyeleri
verdiler. Sonra da isteklerini açıkladılar: "Şehrimizden ülkene kaçan bir grup
insan var; onları bize geri vermeni istiyoruz." Necaşi kendisine sığınan
insanların görüşünü almadan evet diyemeyeceğini söyledi ve müslüman muhacirler
saraya çağrıldı.' Orada bir konuşma yapan Hz. Peygamber'in amcasının oğlu Cafer;
kendilerinin köle olmadıklarını, suçlu olmadıklarını, özgür birer insan olarak
buraya geldiklerini söyledi ve bu elçilerin hangi hakla kendilerini geri
götürmek istediğini sordu. Cafer şöyle konuştu: "Biz, cehalet içinde yüzen,
putlara tapan, güçlünün zayıfı ezdiği bir topluluktuk. Cenab-ı Allah aramızda
kendisine güvendiğimiz bir peygamber gönderdi. O bizi tek Allah'a ibadet etmeye
çağırdı. Doğru söylemeyi, verdiğimiz sözü tutmayı, akrabalık bağlarına ve
komşuluk haklarına saygı göstermeyi, kötülükten ve kan dökmekten sakınmayı
emretti. Biz de ona ve getirdiklerine inandık. Bu yüzden halkımız bize düşman
oldu; dinimizden döndürmek için işkence yaptı. Biz de senin ülkene sığındık."
Necâşi'nin, Hz. İsa hakkında ne düşündüklerini sorması üzerine Meryem Suresinden
bir bölüm okudu. Necâşi okunan ayetlerin ilâhî bir kaynaktan geldiğini anladı ve
şöyle dedi: "Bu, İsa'nın getirdiği ile aynı kaynaktan geliyor." Kureyşli
elçilere de; "Gidebilirsiniz. Çünkü, Allah'a yemin ederim ki onları size teslim
etmeyeceğim" dedi. Mekkeli elçiler hediyeleri de kabul edilmeyerek gerisin
geriye gönderildi. Habeşistan'a hicret eden bu müslümanların bir kısmı Medine'ye
hicret'e kadar orada kaldı ve daha sonra Medine'de kurulan İslâm devletine
hicret ederek Medine'ye geldiler.



Mekke yöneticileri uyguladıkları
yaptırımlardan sonuç alamadılar. Üstelik Hz. Hamza, Hz. Ömer gibi güçlü
müslümanlar putları hiçe sayarak açıktan açığa Kâbe'de namaz kılmaya da
başlamışlardı. Nihayet en önemli kararı aldılar: "Bundan sonra Muhammed'in
kabilesi Haşimoğulları ile tüm ilişkiler kesilecek, onlarla alışveriş
yapılmayacak, kız alınıp verilmeyecekti. Bu uygulama Haşimoğulları Muhammed'i
reddetsin veya Muhammed bu peygamberlik iddiasından vazgeçsin diye
başlatılmıştı." Bu sözleşmeyi her kabîlenin reisi imzaladı ve Kâbe'nin duvarına
astılar. Ancak ayrı gibi görünen kabîleler arasında kız alıp vermelerle yeni
akrabalıklar oluştuğu için Haşimoğulları kabîlesi yalnız kalmadı ve boykotçu
kabîlelerin bazı üyeleri gizliden gizliye yardımlarını sürdürdüler. Boykot tam
olarak uygulanamadı ama müslümanlar çok zor anlar da yaşadılar. Öyle ki kurumuş
deri parçalarını, ot ve ağaç kabuklarını yemek zorunda kaldılar. Akrabalık
bağlarına çok önem veren Mekkeliler için bu boykot kararı yüz kızartıcıydı; ama
bu bir din savaşıydı ve üst düzey yetkililere göre yapılmalıydı. Ancak, üç yıl
süren bu boykotun müslümanlarda bir gevşeme meydana getiremediğini gören
müşriklerin bir kısmı zaten istemeyerek katıldıkları bu boykotun kaldırılmasını
istediler ve Kâbe'ye astıkları anlaşma metnini oradan kaldırttılar. Müşrikler
aynı zamanda bir mucizeye de tanık oldular: "Allahım senin adınla" yazısı
dışında bütün kâğıt, kurtlar güveler tarafından yenmişti. Bu mucize üzerinde
olumlu bir etki yapmadı. Boykotun kaldırılmasıyla birlikte müslümanlar biraz
rahatladılar. Ancak Peygamberimizin hanımı Hz. Hatice ve amcası Ebû Tâlib'in
ardarda gelen vefâtları, müslümanları hüzne boğdu. Bu yıla daha sonra "Hüzün
Yılı" adı verildi. Peygamber de artık müşriklerin fiili saldırılarına uğruyordu:
Başına toz toprak attılar, Mescitte namaz kılarken üzerine işkembe koydular,
dövdüler.




HZ PEYGAMBER YANINA EVLÂTLIĞI ZEYD'I ALARAK
KOMŞU ŞEHIR TAIF'E GITMESI




Hz Peygamber yanına evlâtlığı Zeyd'i alarak
komşu şehir Taif'e gitti. İslâm'ı onlara da duyurmak istedi. Çünkü o sadece
Mekkelilere değil âlemlere rahmet olarak gönderilmişti. Ama orada da aynı
karakterde insanları buldu. Kendilerine gelen bu misafiri alaya aldılar; ayak
takımını kışkırtarak onu şehirden çıkana kadar taşlattılar. Kan içinde geri
döndü. Ancak, kendi şehrini bir defa terkeden kişi bir başkasının himayesinde
olmaksızın geri dönemezdi. Bu yüzden Hz. Peygamber de Mekke'ye müşrik Mut'im'in
himâyesinde girdi.



Mekke'de zulüm dinmemişti, Resulullah,
İslâm'ı civar kabîlelere de anlatıyor ve her geçen gün müslümanların sayısı
artıyordu. Hıra'da Cebrail'in "Oku." emrinden bu güne on yıl geçti. Ve bir gece
Hz. Peygamber Allah tarafından Mekke'den alınıp Kudüs'e, oradan da göklere
çıkarıldı. "Kulu Muhammed'i geceleyin Mescidi Haram'dan alarak, ayetlerimizi
göstermek için, çevresini mübarek kıldığımız Mescid-i Aksa'ya götüren Allah'ın
şanı yücedir. Allah işitendir, görendir" (el-İsrâ, 17/1). Mirac, denilen bu
olayda, Hz. Peygamber, anlamakta zorluk çekeceğimiz ama Allah'ın bildirmesiyle
iman ettiğimiz bir çok mucizelerle karşılaştı. Sidretül Münteha (göklerin en uç
noktasına)'ya kadar yükseldi. Kendisine Cennet ve Cehennem gösterildi ve bazı
emirler ve İslâm'ın bir kısım kuralları verildi. Beş vakit namaz da bu gece farz
kılındı.



Peygamberimiz sabahleyin bu olayı
anlattığında Mekkeliler, onun delirdiğine hükmederek sevinç haberini
birbirlerine yaydılar. Bazıları da müslümanlara koştu bu müjdeyle; "Sizinki göğe
çıkmış" demek için. Hz. Ebû Bekir'e de geldiler, ama o beklemedikleri bir
cevapla karşılaştılar: "Bunu o söylediyse doğrudur".
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
https://bilir.forum.st
ExaLTeD_Gs
Administratör
Administratör
ExaLTeD_Gs


Erkek Mesaj Sayısı : 2513
Yaş : 32
Nerden : Alemden
İş/Hobiler : Bilişim
<FONT color=orange><B><center>Ka :
Hz.Muhammed(S.A.V) Left_bar_bleue75 / 10075 / 100Hz.Muhammed(S.A.V) Right_bar_bleue

Kayıt tarihi : 19/05/08

Hz.Muhammed(S.A.V) Empty
MesajKonu: Geri: Hz.Muhammed(S.A.V)   Hz.Muhammed(S.A.V) Icon_minitime1Salı Kas. 25, 2008 5:48 pm

BİRİNCİ VE İKİNCİ AKABE BİATI



Cahiliye Arapları her yıl hac mevsiminde
Kâbe'de toplanır haccederlerdi. Bu mevsimde Mekke'de ticaret için panayır da
kurulurdu. Yine böyle bir hac mevsiminde Hz. Peygamber Mekke dışından gelen
insanları tek tek dolaşarak İslâm'ı anlatıyordu. Medine'den gelen bir grup
insana da anlattı ve onlar müslüman oldular. Bunlar Medine'ye altı müslüman
kardeş olarak döndüler.



Kısa sürede Medine'de İslâm duyuldu ve her
evde konuşulmaya başlandı. Medine'de iki büyük kabile yaşıyordu; Evs ve Hazrec
Medine'de ayrıca Yahudiler de vardı. Medineliler Yahudilerle temasta
olduklarından, yakında bir peygamberin çıkacağını biliyorlardı. Bu yüzden
İslâm'ın yayılması Medine'de daha hızlı oldu ve Medine'li müslümanlar bir yıl
sonra Mekke'ye on iki kişi olarak tekrar geldiler. Bu defa aralarında Evs ve
Hazreç'in her ikisinden de müslüman vardı. İki düşman kabîle İslâm sayesinde
kardeş olabilecek, düşmanlıklar ortadan kalkacaktı. Bu on iki müslüman Mekke
dışında Akabe denilen yerde geceleyin Hz. Peygamber'le bir görüşme yaptılar ve
Peygamber'e söz verdiler: "Allah'a hiç bir şeyi ortak koşmayacaklar; hırsızlık
yapmayacaklar, zina etmeyecekler, ırza geçmeyecekler, çocukları öldürmeyecekler,
iftira etmeyecekler, haktan ayrılmadığı sürece Peygamber'e itaat edeceklerdi.
Bunların karşılığında onlara Cennet vardı. Bu Birinci Akabe Bey'atına katılanlar
Medine'ye dönerken Hz. Peygamber Habeşistan'dan yeni dönen Mus'ab b. Umeyr'i de
onlarla birlikte gönderdi. Mus'ab'ın görevi, Medineli müslümanlara dinlerini
öğretmek ve İslâm'ı diğer Medinelilere ulaştırmaktı. Mus'ab, Medine'de 11 ay
kaldı ve hac mevsimi öncesinde Mekke'ye döndü. Resulullah'a bir yıllık raporu şu
cümleyle özetledi: "Medine'de İslâm'ın konuşulmadığı tek ev kalmadı ya
Resulullah" Bir ay sonra da Medine'den yetmiş üç erkek sekiz kadından oluşan bir
heyet hac münasebetiyle Mekke'ye geldi ve İkinci Akabe bey'atı gerçekleştirildi.
Medine'ye döndüklerinde müslüman bir topluluk olarak sorumlulukları büyük
olacağından Hz. Peygamber onları grup grup örgütledi. On iki lider seçildi;
dokuzu Hazreç'li üçü Evs'li. Bu bey'atın ne anlama geldiğini içlerinden biri
diğerlerine şöyle izah etti: "Siz, siyah, kırmızı tüm insanlara savaş açmayı
göze alıyorsunuz. Bu yüzden eğer mallarınız eksildiğinde ve bazılarınız
öldürüldüğünde onu terkedeceğinizi düşünüyorsanız onu şimdi bırakın. Çünkü onu o
zaman terkederseniz; bu, dünyada da ahirette de utanç duymanıza sebep olur.
Fakat eğer sözünüzden dönmeyeceğinizi düşünüyorsanız onu alın; çünkü Allah'a
andolsun bu, hem dünya hem de âhiret için kurtuluştur." Onların bu derece
tehlikeli sonuçlar doğuracak biatı ise şuydu: Peygamber ve müminler Medine'ye
hicret edecekler, onlar da kendilerine gelen bu kardeşlerini sonuna kadar
savunacaklardı. Hz. Peygamber'in isteği netti: "Beni, eşlerinizi ve
çocuklarınızı koruduğunuz gibi koruyacaksınız. Ben sizdenim siz de bendensiniz.
Sizin savaştığınızla savaşır, barıştığınızla barışırım." Bütün bunların
karşılığında Medineli müslümanların mükâfatı Cennet olacaktı.


Bu görüşme ve biattan sonra Mekkeli
müslümanlar birer-ikişer, gizli-açık Medine'ye göçmeye başladılar. İslâm'ın
Medine'de güçlenip kendi kontrolleri dışında daha da gelişeceğinden korkan
Mekkeli müşrikler bu göçü durdurmaya karar verdiler. Ancak bunu başaramadılar.
Artık Mekke'de Hz. Peygamber (s.a.s), Ebû Bekir ve Ali dışında pek müslüman
kalmamıştı. Müşrikler son kozlarını oynamaya karar verdiler. "Muhammed de
Medine'ye gidip adamlarının başına geçerse vay başımıza geleceklere! Ona bu
fırsatı vermeden yok etmeliyiz" deyip Hz. Peygamber'i öldürmeye karar verdiler.
Ancak Cebrail (a.s)'ın bu komployu haber vermesiyle Resulullah önlemini aldı ve
evini kuşatmış olan saldırganların arasından Yâsin suresini okuyarak çıktı.
Allah'ın bir mucizesi olarak aralarından geçen Peygamber'i göremediler. Hz.
Peygamber Mekke'deki son işleri tamamlamak üzere Hz. Ali'yi geride bırakarak
yakın arkadaşı Ebû Bekir'le birlikte Mekke'yi terketti. Ancak Mekkeliler,
kaçırdıkları bu adamı öldürene ya da getirene ödüller koyarak etrafa haber
saldılar. Peygamberimiz ve arkadaşı Ebû Bekir üç gün Mekke yakınındaki bir
mağarada gizlendi ve müşriklerin bulmaktan ümit kestikleri bir anda mağaradan
çıkarak Medine'ye yöneldi. Kendisini Medine'de bekleyen müslümanlara bir takım
zorluklara rağmen ulaştı ve İslâm'ın "Mekke Dönemi" kapandı. "Medine Dönemi"
başladı.



MEKKE DÖNEMI İSLÂMI TEBLIĞIN ILK VE ZORLU
DÖNEMIYDI.


Bu tebliğin yöntemini bizzat Allah Teâlâ
koyuyor, Hz. Peygamber de Allah'ın gözetimi ile aşama aşama bu görevi
yürütüyordu. Dolayısıyla Allah Resulunun bu yönteminden alınacak önemli dersler
vardır:



1) Hz. Peygamber müşrikleri öncelikle tek
Allah'a kulluğa çağırıyor



Hz. Peygamber müşrikleri öncelikle tek
Allah'a kulluğa çağırıyor; onun dışındaki bütün bağlardan kurtulmalarını
söylüyordu. Allah'a tam bir teslimiyet olduktan sonra Allah'tan gelecek olan
emirleri kabul etmek zor olmazdı. Bu yüzden Hz. Peygamber "Lâ ilâhe illallah"
mesajını öne çıkardı. Çünkü toplumun en büyük sapkınlığı birden fazla ilâha
tapma idi. Birçok ilâha ibadet eden topluma İslâm'ın getirdiği mesaj şuydu:
"Sizin dediğiniz gibi birden çok ilâh yoktur; tek bir ilâh vardır, o da Allah
Teâlâ'dır." Buradan hareketle diyebiliriz ki, bir davetçi davet edeceği toplumun
en önemli hastalığını tespit edip yoğunluğu/önceliği o hastalığa vermelidir.



2) Resulullah'a indirilen ayetler
kâfirlerin en zayıf noktalarını yakalıyor



Resulullah'a indirilen ayetler kâfirlerin
en zayıf noktalarını yakalıyor, ellerini kollarını bağlıyor, inatçı olmayanların
inanmaları için ona da hiç bir neden bırakmıyordu. Meselâ, kâinat olaylarını
örnek veriyor ve yontulmuş taşlara ibadet edenlere; "Her gün görüp durduğunuz bu
kadar olağanüstü olayları yaratan Allah'a boyun eğin" diyordu. Bu, müslümanların
her dönemde kullanmaları gereken bir usuldür.



3) Hz. Peygamberin getirdiği mesaj toplumda
kabul edilen en güzel, en çekici bir mesajdı



Hz. Peygamberin getirdiği mesaj toplumda
kabul edilen en güzel, en çekici bir şekilde sunuluyordu. Kur'an-ı Kerim şiirin
revaçta olduğu bu topluma insan yeteneğini geride bırakan bir şiir üslûbuyla
indirildi.



4) Davet, öncelikle yakınlardan, güvenilir
,insanlardan başlanarak açıklandı.



Davet, öncelikle yakınlardan, güvenilir
temiz insanlardan başlanarak açıklandı. İlk anda bütün bir topluma sunulmadı. Bu
da bir davanın yayılabilmesi için öncelikle kendisine sağlam bir zemin
hazırlaması, öncü elemanlarını hazırlaması gerektiğini öğretiyor. Hz. Peygamber,
Mekke'de fıtratı bozulmamış insanları diğerlerinden ayrı tutarak davette
önceliği onlara verdi. Davetçi, tanıdığı ve güvendiği insanlara gitmeli, uzun
vadeli yola güvenilir olamayan tanımadığı insanlarla çıkmamalı.



5) Müslümanlar zayıf oldukları dönemlerde
kâfirlerin tüm baskılarına sabrettiler.



Müslümanlar zayıf oldukları dönemlerde
kâfirlerin tüm baskılarına sabrettiler. Allah onlara bir müddet savaşma izni
vermedi. Medine'de sağlam bir zemin hazırlandıktan sonra onlara savaş izni
verildi. Gerçi müslümanlar Medine'de azınlıktılar ama artık bir cephede
toplanabilmişlerdi. Mekke'de ise darmadağın ve güçsüzdüler. Savaş imkânları
yoktu. Bir davanın hazırlık ve örgütlenme safhasında düşmanla fiilî çatışmaya
girmeyip her türlü hazırlığını tamamlamak gerektiği sonucunu Resulullahın bu
uygulamasından çıkarabiliriz.



6) Resulullah gizli davet döneminde
dirençli elemanları çevresinde topladıktan sonra açık davet dönemini başlattı.



Resulullah gizli davet döneminde dirençli
elemanları çevresinde topladıktan sonra açık davet dönemini başlattı. Bu dönemde
karşı tarafın bütün baskı ve işkencelerine rağmen inancından taviz vermedi. Zira
bu dönem açık davet, gizli örgütlenme dönemiydi. Gündüz kâfirlerin karşısına
çıkıp; "Sizin taptıklarınız kendilerine bile fayda veremez. Gelin bu yanlış
yoldan vazgeçin" diye onların yanlışlığını yüzlerine vuruyor; geceleyin Erkam'ın
evinde gizlice toplanıp çalışma programı hazırlıyor, davetin elemanlarına
taktikler veriyordu. Bu uygulama bize, İslâm dâvetinin temel özelliklerinden
birini öğretiyor: Davet açık, örgütlenme gizli yapılır. Davet için de örgütlenme
için de kâfirlerden izin alınmaz.



7) Müşrikler parlemantoları durumunda olan
Darün-Nedve'de toplanırlar karar alırlardı



Müşrikler parlemantoları durumunda olan
Darün-Nedve'de toplanırlar karar alırlardı. Peygamberimize yaptıkları
tekliflerin biri şuydu: "Bu davadan vazgeç, seni "Reis yapalım." Resulullah
taktik gereği bunu yapabilir, gücü elinde topladıktan sonra da getirdiği dini
benimsetebilirdi. Ama İslâm açık bir din olduğu için Resulullah bu yola
başvurmadı; işkencelere rağmen hakkı söyledi. Daru'n Nedve'de bir yer kapma
yerine Darul-Erkam'da kendi meclisini oluşturdu. O halde İslâm davetçileri
kâfirlerin kontrolündeki bir harekete katılmamalı, kendi hareketlerinin
programını kendileri oluşturmalıdırlar.



8) Müslümanların güçlü olanları Mekke'de
güçsüzlerle tam bir dayanışma ortaya koymuş malını-mülkünü ortaya dökmüştü



Müslümanların güçlü olanları Mekke'de
güçsüzlerle tam bir dayanışma ortaya koymuş malını-mülkünü ortaya dökmüştü.
İslâm'a inananlar kardeş oldular; dünya nimetleri, zenginlikler belli ellerde,
kasalarda toplanmadı. Tek gaye vardı; Allah'ın dini egemen olsun. O halde her
dönemde bir davaya iman edenler kardeş olduklarının bilincinde olmalı, varlıkta
ve yoklukta eşit olabilmeliler. Hedefe ulaşılana kadar dünyalıklardan
vazgeçilebilmelidir.



9) Hz. Peygamber, Mekke'de hiç bir insana
konumundan dolayı öncelik vermedi.



Hz. Peygamber, Mekke'de hiç bir insana
konumundan dolayı öncelik vermedi



Köleleri de zengin efendileri de yanına
aldı; çocukları da kadınları da. Ancak İslâm'ın güçlenmesi için ileri gelen
eşrafın müslüman olması için de uğraştı, hatta dua etti. Peygamberimizin bu
davranışından yola çıkarak şu hükme varılabilir: Davetçi toplumunun yetenekli,
üst düzey insanlarını kendi davasına kazandırmak için öncelikler verebilir. Bu
da onun müstekbirlere meylettiği anl***** gelmez.



10) Hz. Peygamber'e inanan müslümanlarla
aileleri arasında büyük çatışmalar meydana geldi



Hz. Peygamber'e inanan müslümanlarla
aileleri arasında büyük çatışmalar meydana geldi. Aile bağları yerine inanç bağı
gözönünde bulunduruldu. Bu örneği benimseyen müslümanlar her zaman ve her yerde,
inanç bağıyla asabiyet karşı karşıya kaldığı zaman tercihini inançtan yana
koymalı varlıklı ailenin çocuğu olan Mus'ab b. Umeyr gibi gerektiğinde ailesini
terkedebilmelidir.



Müslümanların bir kısmının işkence
ortamından kurtulup daha iyi bir ortamda bulunmak için Habeşistan'a hicret
etmesinden şu sonuç çıkarılabilir: Müslümanlar, gerektiğinde müslüman olmasa
dahi adâletli, haksızlık yapmayan insan haklarına saygı duyan bir ülkeye iltica
edebilirler. Bunu yapmaları o ülkeyi dost edindikleri anl***** gelmez.



11) Hz. Peygamber, Taif seferi dönüşünde
Mekke'ye müşrik olan Mut'im'in himayesinde girdi.



Hz. Peygamber, Taif seferi dönüşünde
Mekke'ye müşrik olan Mut'im'in himayesinde girdi. Bu da Hz. Peygamber'in
müşriklerin emrine girdiğini göstermez. Hz. Peygamber, dininden hiç bir taviz
vermediği halde Mut'im ona bir insan olarak sahip çıkmış, Peygamber'den dini ile
ilgili bedel istememiştir. Bu sadece karşılıksız yapılan bir yardımdır. Bunun
yanında Hz. Ebû Bekir'in benzer bir olayı vardır. İbn Daine Hz. Ebû Bekir'i
himayesine alır. Ancak gizliden gizliye ibadetinde serbest olduğunu, ama açıktan
açığa Kur'an okuyamayacağını söyler. O zaman Hz. Ebû Bekir onun himayesine
ihtiyacı olmadığını, kendisine Allah'ın yeteceğini bildirir. Eğer Hz. Ebû Bekir
olayında olduğu gibi müşrikler himaye karşılığında müslümanın inancından,
ibadetlerinden vazgeçmesini isterlerse o zaman onların himayesi reddedilir.
Günümüzde de kapalı yerlerde (mescitlerde, evlerde) Allah'a ibadeti serbest
bırakan kâfirler İslâm'ın toplum hayatına girmesini engelliyorlar. Bunu
yaptıklarından dolayı müslümanlarla onların arasında bir düşmanlığın olması
gerekir.




MEKKE DÖNEMI, GÜNÜMÜZ MÜSLÜMANLARININ DERS
ALACAKLARI BIRÇOK ÖRNEKLE DOLUDUR.




Mekke döneminde inen Kur'an ayetleri daha
ziyade inanç temellerini konu edinir. Mekke döneminde kâfirlerin baskısı altında
ezilen, hiç bir güvencesi olmayan insanlara hukukî emirler verilmedi. Meselâ bir
tesettür ayeti yoktu o dönemde. Çünkü müşriklerin insafına kalan zayıf müslüman
hanımların tesettürleri çekip çıkarılabilir ve müslümanlar buna karşı birşey
yapamazlardı. Allah müslümanlara uygulanma imkânı olan emirleri veriyordu.
Namazı bile gizlice kılan müslümanlara Allah ezan okumalarını emretmedi. Mekke,
imanın olgunlaşması, gerçekten inanan insanların ortaya çıkması için bir imtihan
dönemiydi. Ama artık İslâm tamamlandı. Günümüzde de müslümanların baskı altında
olduğu yerleri Mekke Dönemi ile kıyaslayarak İslâm'ın hukuki emirlerini yok
saymak mümkün değildir. İslâm'ın ilk geliş dönemiyle bu dönem bir tutulmaz.
Kur'an tamamlanmıştır; müslümanlara farz kılınan yükümlülükler kıyamete kadar
geçerlili

__________________
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
https://bilir.forum.st
ExaLTeD_Gs
Administratör
Administratör
ExaLTeD_Gs


Erkek Mesaj Sayısı : 2513
Yaş : 32
Nerden : Alemden
İş/Hobiler : Bilişim
<FONT color=orange><B><center>Ka :
Hz.Muhammed(S.A.V) Left_bar_bleue75 / 10075 / 100Hz.Muhammed(S.A.V) Right_bar_bleue

Kayıt tarihi : 19/05/08

Hz.Muhammed(S.A.V) Empty
MesajKonu: Geri: Hz.Muhammed(S.A.V)   Hz.Muhammed(S.A.V) Icon_minitime1Salı Kas. 25, 2008 5:48 pm

HAZRET-I ÖMERIN MÜSLÜMAN OLUSU



Kureyş Müşrikleri Habeş ülkesine hicret
eden müslümanları, kendilerine teslim etmemesi üzerine işkencelerini artırmaya
başladılar.Kureyş Müşriklerinin azıllılarından Ebu Cehil, kureyşlilere teklif
götürerek Peygamberi öldürülmesini teklif etti,ve bunu yapabilen her kim olursa
büyük ödülün verileceğini ilan etti.Hz.Ömer ‘’ben buna talibim’’ dedi.Ona’’ Ey
Ömer!Sen,buna elverişlisin!’’dediler.Hz.Ömer,vereceğiniz mallar hakkında Sağlam
Kefalet var mı? Diye sordu.Ebu Cehıl ‘’Evet var! Dedi.Hz.Ömer bu hususta onlarla
bir anlaşma yaptı. Hazret-i Ömer'in kız kardeşi Fatıma bint-i Hattab, Said b.
Zeyd, b, Amr,b. Nufeyl ile evli olup Fatıma hatun da, Said b. Zeyd de, Müslüman
olmuşlardı.Fakat, Müslümanlıklarını, Hz. Ömer'den, gizli tutuyorlardı.Yine, Hz.
Ömer'in mensup bulundu§u Adiy b. Ka’b oğullarından Nuaym b. Abdullah Nahham da,
Müslüman olmuştu.Kavmindan korktuğu için, o da, Müslümanlığını, gizli tutuyordu.Habbab,
b. Erett, Fatıma hatuna gelip gidip Kur'an, okur ve okuturdu,



Bir gün, Hz, Ömer; Peygamberimizle
Eshabından bir cemaata saldırmak üzre, kılıcını, kuşanmış olarak, evinden
çıkmıştı ki Peygamberimiz ve Eshabının, Safa tepeciğinin yanındaki bir evde
toplandıkları ve kadınlı,erkekli kırk



kişiye yakın oldukları, kendisine haber
verilmişti.Dar-ı Erkam'da; Peygamberimiz Aleyhisselam ile Amucası Hz. Hamza,Eshab-ı
Kiramdan Hz. Ebu Bekr, Hz. Ali ve Habeş ülkesine hicret etmeyip Peygamberimizle
birlikte Mekke'de oturan Müslümanlardan bazıları da, bulunuyordu.Nuaym b.
Abdullah, Hz, Ömer'e rast geldi. Ona "Ey Ömer! Nereye gitmek istiyorsun?" diye
sordu.Hz, Ömer: "Kureyşilerin işlerini, darmadağan eden,Akıllarını, akılsızlık
sayan, Dinlerini, ayıplayan, İlahlarına, dil uzatan , Şu Ata dinini, bırakıp
yeni din tutan Muhammed'e gitmek istiyorum! Öldüreceğim onu!" dedi.Nuaym b.
Abdullah "Vallahi, ey Ömer! Seni, nefsin aldatmıştır nefsin! Sen, Muhammed'i,
Öldürünce, Abd. Menaf oğullarının, seni, yeryüzün gezer bırakacağını mı
sanıyorsun.Sen, kendi ev halkına, dönsen de, onların işi üzerinde dursan olmaz
mı dedi.Hz. Ömer ", Sen, benim Ev halkımdan, hangisini kasdediyorsun?" diye



sordu, Nuaym b. Abdullah "Enişten ve
Amucanın oğlu olan Said b, Zeyd, b,Amr'ı ve kız kardeşin Fatıma bint-i Hattab'ı,
kasd ediyorum! Vallahi, ikisi de, Müslüman oldular, Muhammed'e, uydular ve
Onun,dinine girdiler!



Sana, önce, onlarla ilgilenmek düşer!"
dedi. Hz. Ömer, hemen, geri dönüp kız kardeşi ile Eniştesinin evine kadar
gitti.O sırada, onların yanında Habbab b. Erett ve onun yanında da, içinde Taha
suresi yazılı bir Sahife, bulunuyor, onu, onlara okuyordu: Hz. Ömer'in
tıkırtısını, işittikleri zaman, Habbab, evin bir köşesinde gizlendi.Fatıma,
hatun Sahife'yi alıp uyluğunun altına sakladı. Hz. Ömer, evin yanına geldiği
zaman, Habbab'ın, Fatıma hatunla Said



b.Zeyd'e, Kur'an okuduğunu, işitmişti.Eve,
girince "İşitmiş olduğum o şey, ne idi?" diye sordu.Kız kardeşi ile Eşniştesi `
`Sen, bir şey işitmedin ! ' ' dediler.Hz. Ömer "Evet! Vallahi, ikinizin de,
Muhammed'e uyduğunuzu ve Onun dinine girdiğinizi, haber aldım!?" dedi ve hemen
Eniştesi Said b. Zeyd'in üzerine çullandı.Fatıma hatun kalkıp onu, kocasının
üzerinden ayırmak, uzaklaştırmak isteyince, Hz. Ömer, vurup Fatıma hatunun
başını yardı!



Hz. Ömer, bunu, yapınca, kız kardeşi de,
Eniştesi de "Evet! Biz, Müslüman olduk, Allah'a ve Resulüne iman ettik!



Sen, istediğini yap!" dediler. Hz. Ömer,
kız kardeşinin başını, yarıp kanattığını, görünce, yaptığına pişman oldu. Yapmak
istediği şeylerden vaz geçti. Kız kardeşine "Demin okuduğunuzu sizden dinlediğim
şeylerin yazılı bulunduğu şu Sahife'yi, bana, ver de, Muhammed'in getirdiği
şeyin ne olduğuna bir bakayım?" dedi.Kız kardeşi "Biz, senin Sahife'ye, bir şey
yapmandan,korkarız!" dedi.Hz.Ömer "Korkma!" dedi ve onu, okuduktan sonra, geri
vereceğine, ilahları üzerine yemin etti.Bunun üzerine, Fatıma hatun, Onun
Müslüman olacağını umarak



"Ey Kardeşim! Sen, puta taptığın müddetce,
pissin (temiz değilsin!) Halbuki, Ona (Kur'an-ı Kerim, yazılı Sahife'ye) pak
olandan başkası, dokunamaz! " dedi.Hz. Ömer, kalkıp yıkanınca Fatıma Hatun, ona,
Sahife'yi, verdi.Sahife'de, Taha suresi yazılı idi.Hz. Ömer, sureyi baş
tarafından okumağa başladı.Hz. Ömer: "Bu sözler, ne kadar güzel, ne kadar
değerli!" demekten, kendini, alamadı. Habbab, bunu, işitince, saklandığı yerden
çıkıp Hz. Ömer'in yanına geldi.



"Ey Ömer! Vallahi, Allah'ın, Peygamberinin
duasını, sana nasib edeceğini, umuyorum:Ben, dün, Peygamber Aleyhisselam'dan
işittim ki: O; (Ey Allahım! İslam'ı,Ebulhakem b.Hişam veya Ömer b. Hattab ile
güçlendir!) diyerek dua etmişti. Ey Ömer! Artık, Allah'dan, kork! Allah'dan!"
dedi.Hz.Ömer, Habbab'a "Ey Habbab! Sen, bana, Muhammed'in bulunduğu yeri, göster
de, yanına varıp Müslüman olayım?" dedi.Habbab: "O, Safa tepesinin yanındaki bir
Ev'in içindedir.Yanında da, Eshabından bazıları, bulunuyordur." dedi.Hz. Ömer,
hemen kalkıp kılıcını, kuşandı. Sonra, Peygamberimiz Aleyhisselam ile Eshabının
bulunduğu yere kadar varıp kapıların, çaldı.Hz. Ömer'in sesini, işitince,
Peygamberimizin Eshabından bir Zat kalkıp kapının gediğinden dışarı
baktı.Hazret-i Ömer'i, kılıcını, kuşanmış olarak, görünce, korktu.
Peygamberimizin yanına döndü "Ya Resulallah! Bu, Ömer b. Hattab'dır. Kılıcını
kuşanmış bir haldedir!" dedi.Hz.Hamza "Ona, izin ver! Eğer, o, iyilik için geldi
ise, kendisine bol bol iyilik ederiz.



Eğer, kötülük için geldi ise, onu, kendi
kılıcıyla öldürürüz!" dedi.Peygamberimiz "Ona, izin veriniz!" buyurdu.



Kapıdaki zat, ona, izin
verdi.Peygamberimiz, kalkıp ona, doğru vardı ve kendisi ile avluda
karşılaştı.Kuşağından veya ridasının toplandığı yerden tutup kendine doğru
hızlıca çekti. ve ’ Ey İbn. Hattab Ne getirdin Vallahi, Allahın, sana, bir
musibet indirmesine kadar duracağını, sanmıyorum!" buyurdu. Hazret-i Ömer "Ey
Allah'ın Resulu! Ben, Allah'a, Allah'ın Resulüne ve Ona, Allah'dan gelen şeylere
iman edeyim diye Senin yanına geldim!" dedi.



Bunun üzerine, Peygamberimiz "Allahu Ekber!"
diyerek Tekbir getirdi.Peygamberimizin Eshabından olan ve evde bulunan halk, hz.
Ömer'in Müslüman olduğunu, anladılar.Onlar da, Tekbir getirdiler.Tekbir sesleri,
Mekke yollarında duyuldu.Hz. Ömer, der ki: "Müslüman olup ta, dövülmeyen,
dövmeyen bir kimse görmedim.Ancak, bundan, benim payıma, hiç bir şeyin
düşmediğini gördüm.Kendi kendime (Müslümanlar, musibetlere uğrarlarken, ben,
musibete uğramamak istemem !) dedim. Müslüman olduğum gece, kendi kendime
düşündüm. (Mekke halkından,Resulullah Aleyhisselam'a, düşmanlıkta en azılısı kim
ise, gidip Müslüman olduğumu, ona, haber vereyim! Tamam! Ebu Cehl'e, haber
vereyim. dedim.Sabaha çıktığım zaman, Ebu Cehl'in kapısını, çaldım. Ebu Cehl,
yanıma çıkıp (Hoş geldin kız kardeşimin oğlu! Ne haber getirdin?) dedi.(Allah'a
ve O'nun Resulü olan Muhammed'e iman ve Kendisinin getirip bildirdiği şeyleri
tasdik ettiğimi, sana, haber vereyim diye geldim!? deyince, kapıyı, yüzüme
çarparcasına kapayıp (Allah, Seni de, Senin getirdiğin haberi de, çirkin ve
iyilikten uzak etsin!) (Allah, senin de, belanı versin, senin getirdiğin haberin
de,belasını versin!) dedi." Ve Hz. Ömer Müslüman olduktan sonra Müslümanlar
açıktan ,Kabede ,toplu, cemeat halinde namaz kılmaya başladılar.Ve Hz.Ömer
Müslümanlığı seçtikten sonra , islamiyete meyili olan bir cok Kureyşli
islamiyeti seçmeye başladılar.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
https://bilir.forum.st
ExaLTeD_Gs
Administratör
Administratör
ExaLTeD_Gs


Erkek Mesaj Sayısı : 2513
Yaş : 32
Nerden : Alemden
İş/Hobiler : Bilişim
<FONT color=orange><B><center>Ka :
Hz.Muhammed(S.A.V) Left_bar_bleue75 / 10075 / 100Hz.Muhammed(S.A.V) Right_bar_bleue

Kayıt tarihi : 19/05/08

Hz.Muhammed(S.A.V) Empty
MesajKonu: Geri: Hz.Muhammed(S.A.V)   Hz.Muhammed(S.A.V) Icon_minitime1Salı Kas. 25, 2008 5:49 pm

AKABE BEY'ATLARI



Hz. Peygamber (s.a.s.)'in Medine'den gelip
ilk müslüman olanlarla 621-622 yıllarında Mekke'nin Akabe adı verilen mevkîinde
yaptığı iki anlaşma ve ahidleşme.



Mekke'ye üç km. kadar uzaklıkta bulunan
Mina ile Mekke arasındaki bir mevkiye verilen Akabe adına bölgenin başka
yerlerinde de rastlanmaktadır. Aynı adı taşıyan birçok yer bulunmasına rağmen
Akabe denince ilk defa bu meşhur ahidleşme ve anlaşmaların yapıldığı mevkî
hatıra gelmektedir.



İslâm'ı çeşitli kabile ve gruplara
anlatmağa çalışan Resulullah (s.a.s.) özellikle Hacc mevsiminde Mekke'ye gelen
kabileler arasında dolaşıyor ve onlara bu yeni mesajı iletmeye uğraşıyordu. Bu
hac mevsimlerinin birinde Yesrib (Medine)'den gelen ve bu şehirde yaşayan iki
Arap kabilesinden biri olan Hazrec kabîlesine mensup bazı kimselerle karşılaşan
Hz. Peygamber, onları İslâm'a davet etti. Peygamberliğinin onbirinci yılında
onun bu çağrısına adı geçen kabileden altı kişi icabet edip, büyük bir
samimiyetle bu yeni dine sarıldılar. Zira yıllardır Yesrib'teki diğer Arap
kabilesiyle aralarında sürüp gitmekte olan Buas savaşlarından bezmiş
olduklarından bu yeni dinin aralarında bir barış ortamı oluşturacağını ümit
ediyorlardı. Yesrib'e geri döndüklerinde bu olaydan ve yeni dinlerinden kardeş
kabîle Evs'e bahsedip onları da İslâm'a davet edeceklerine ve gelecek yıl yine
Hacc mevsiminde aynı yerde Resulullah'la buluşacaklarına dair söz verip
ayrıldılar



Medine'de yaşayan bu iki kabîlenin dışında
ayrıca üç Yahûdi kabîlesi daha bulunuyordu. Bunlar müşrik Arapları dinlerinden
ve putperestlik anlayışlarından dolayı hep hor görüyorlardı. Yahûdiler
ellerindeki Tevrat'a, ayrıca âlimlerinden ve atalarından işitip durduklarına
göre yakında bu bölgede zuhur edecek bir peygambere iman edeceklerini ve bu
peygamberin desteğiyle putperestliğe son vererek Arapları ortadan
kaldıracaklarını söyleyip duruyorlardı. Yahûdilerin bu sözleri Yesrib'li Evs ve
Hazrec kabilelerinin zihninde yer etmişti. Hz. Peygamber (s.a.s.) ile Akabe'de
görüşünce, yahûdilerden önce davranıp bu peygamberin yanında yer almakta hiç
tereddüt etmediler. Bu ilk müslüman Yesribliler Resulullah'a iman ederek şöyle
dediler: "Kavmimiz çok zor günler yaşıyor, hiç iyi bir durumda değiliz.
Yıllardır süren çatışmalar aramızda sonu gelmez bir anlaşmazlığa sebep oldu. Bu
yeni dinin bizleri biraraya getireceğine ve bizleri barıştırıp kaynaştıracağına
inanıyoruz." Gerçekten Yesribliler Buas savaşlarının artık son bulmasını
istiyorlardı. Hz. Peygambere iman eden Hazrecliler şu kişilerden ibaretti: Es'ad
b. Zurâre, Avf b. Hâris, Râfi' b. Mâlik, Ukbe b. Âmir, Kutba b. Âmir ve Câbir b.
Abdullah b. Riab. Bunlardan ilk ikisi Neccaroğullarına mensup idi. (İbn Hişâm,
Sîre, II, 70 vd.; İbn Sa'd, Tabakât, I, 217 vd.). İslâm'a gönül veren bu ilk
Medineli müslümanlar memleketlerine geri dönerek bütün güçleriyle bu yeni dini
tanıtmaya ve akrabalarının da iman etmelerini temine çalıştılar. Bu küçük grubun
Yesribliler üzerinde büyük etkileri oldu. Evs ve Hazrec'ten bir çok kimse
bunların aracılığıyla İslâm'a girdi. Özellikle Resulullah'ın dayılarından olan
Neccaroğullarına mensup Es'ad b. Zurâre ile Avf b. Hâris müslümanlıklarını asla
gizlemeksizin büyük bir gayretle insanları İslâm'a davet ettiler. Gerçekten
İslâm akîdesi Yesrib de yıllardır süren savaşların sona ermesinde büyük bir
etken oldu. Düşmanlıklar sona erdi ve insanlar Allah'ın rahmeti sâyesinde kısa
zamanda kardeşler oluverdiler. Ertesi yıl yani peygamberliğin onikinci yılında
yine Hacc mevsiminde Mekke'ye gelen Yesrib'li oniki kişi Akabe mevkiinde
Resulullah (s.a.s.) ile geceleyin gizlice buluştular. Bunlardan altısı bir
önceki yıl müslüman olan kişilerdi. Birinci Akabe Bey'atı adı verilen bu
bey'atta bulunan sahâbelerden Ubâde b. es-Sâmit, hadiseyi söyle anlatır:



"Refahta olduğu kadar sıkıntıda, sevinçte
olduğu kadar üzüntüde de onu destekleyecek ve her konuda emirlerine itaat
edeceğimize, Resulullah'ı kendi nefislerimizden aziz tutup, durum ne olursa
olsun ona muhalefet etmeyeceğimize, Allah yolunda hiç bir kınayıcının
kınamasından korkmayacağımıza, Allah'a asla şirk koşmayacağımıza, hırsızlık ve
zina yapmayacağımıza, çocuklarımızı öldürmeyeceğimize, kendiliğimizden
uyduracağımız yalan ve dolanlarla hiç kimseye iftirada bulunmayacağımıza, hiç
bir hayırlı işte Resulullah'a muhalefet etmeyeceğimize dair bey'at ettik. Ayrıca
bizden birinin verdiği sözünde durmasına karşılık onun ecir ve mükâfâtının
Allah'a ait olduğuna ve ona Cennet nimetinin verileceğine; kim insanlık haliyle
bunlardan birini işler de ondan dolayı dünyada cezaya çarptırılırsa bunun ona
keffâret olacağına; kim de yine bunlardan birini işler de işlediği o suçu Allah
açığa vurmazsa onun işinin Allah'a kalacağına; Allah'ın dilerse onu bağışlayıp
dilerse azaba uğratacağına dair Resulullah'ın bize bildirdiği hususlara sadık
kalacağımıza da söz verdik."



Bu birinci Akabe Bey'atına katılan oniki
kişiden altısı bir önceki yıl iman eden kimselerdi. Diğer altısı ise Muaz b.
Hâris, Zekvân b. Kays, Ubâde b. es-Sâmit, Yezid b. Sa'lebe, Abbâs b. Ubâde ve
Ebu'l-Heysem Mâlik b. Teyyihan idiler. Bazı kaynaklarda bir önceki yıl
Resulullah ile tanışan altı kişiden biri olan Câbir b. Abdullah yerine Uveym b.
Saide'nin birinci Akabe Bey'atında bulunduğu ifade edilir.



Medineliler, hacdan geri dönerlerken,
yanlarında, İslâm'ı öğretmek üzere Resulullah tarafından tayin edilen Mus'ab b.
Umeyr'i götürdüler. Kısa surede Medine-i Münevvere'de İslâmiyet hızla yayıldı.
Mus'ab b. Umeyr, Rasûlullah'ı Medine'deki her hareketten haberdar ediyordu. Kısa
zamanda Evs ve Hazrec kabilesinin bütün evleri İslâm'ın nuruyla aydınlanmaya
başladı. Artık Medine, bir İslâm devletinin doğuşuna hazır hâle gelmişti. Mus'ab
b. Umeyr'in gayret ve etkisiyle Yesrib'in ileri gelenlerinden Sa'd b. Muaz ve
Useyd b. Hudayr müslüman oldular. Bu iki büyük reisin İslâm'a girmesiyle İslâm,
Medine'de bir hayli kabul gördü. Bunun üzerine Medineliler Hz. Peygamberi
şehirlerine dâvet etmeye karar verdiler.



Birinci Akabe Bey'atından bir yıl sonra
Medineliler yeniden hac için Mekke'ye geldiler. İçlerinde ikisi kadın yetmiş beş
müslüman vardı. Allah Resûlünün bu defa onlarla ilgi kurması İslâm'ın
tebliğinden ibaret değildi. Çok önemli kararlar arifesindeydiler. Buluşma yeri
yine Akabe mevkii oldu. Buluşma gizli yapılacak ve hiç kimseye haber
sızdırılmayacaktı. Gece yarısına doğru, Medineliler, gayet tedbirli hareket
ederek kararlaştırılan yerde toplandılar.



Rasûl-i Ekrem Akabe'ye bu defa amcası Abbâs
ile birlikte geldi. Abbâs henüz ya müslüman olmamış, yahut müslümanlığını
gizliyor, ancak yeğenini himaye ediyordu. Böylesi bir toplantıda bulunmayı bir
aile borcu kabul etmişti. Toplantıda ilk sözü Hz. Abbâs aldı:



- Ey Hazrecliler, Muhammed (s.a.s.)'in
aramızdaki mevkii bildiğiniz gibidir. Biz, onu düşmanlarından koruduk ve
koruyacağız. Kendisi burada, ailesinin yanında, nezdimizde izzet ve ikrâm
içindedir. Fakat sizinle bir andlaşma yapmak ve size katılmak istiyor. Ona
verdiğiniz sözü tutmak, kendisine muhalefet edenlere karşı gelmek hususunda
azminiz kuvvetli ve sağlam ise buna bir diyecek yoktur. Fakat onu ele verecek,
yanınıza geldikten sonra yalnız başına bırakacaksanız, bunu şimdiden söyleyiniz
ve onu kendi haline bırakınız.



Medineli Müslümanların cevabı şöyle oldu:


-Dediklerinizi dinledik. Ey Allah'ın
resulü, siz söyleyin! Kendiniz adına, Allah adına istediğiniz andı bizden
alınız. Biz hazırız.



Resulullah Hz. Muhammed (s.a.s.) Kur'an-ı
Kerim'den bazı ayetler okuduktan sonra şöyle buyurdular:



"Kadınlarınızı ve çocuklarınızı nasıl
koruyorsanız, beni de öylece korumak üzere size elimi veriyorum"



Elini ilk uzatan, Berâ b. Ma'rur oldu. O,
şöyle dedi:



-Bey'at ettik ya Resulullah, seni Hak dinle
gönderen Allah'a yemin ederiz ki kendimizi, çocuk ve hanımlarımızı koruduğumuz
gibi seni de koruyacak ve savunacağız. Biz, zaten harp içinde yoğrulmuş
kimseleriz. Zırha alışkınız. Bu, bize atalar mirasıdır.



Bera'dan sonra söz alan Ebu'l Heysem de:


- Ya Resulallah, dedi. Bizim yahudilerle
bir takım bağlantılarımız vardır. Bu bağlantıları keseceğiz. Biz bunu yaptıktan
sonra siz de Allah'ın inâyetiyle muvaffak olunca bizi bırakıp kendi kavminizin
yanına döner misiniz?



Resulullah (s.a.s.) gülümsediler ve dediler
ki:



"Kanım sizin kanınızdır. Siz bendensiniz,
ben de sizdenim. Kiminle dövüşürseniz" ben sizin yanınızdayım. Kiminle barış
yaparsanız, ben de onunla barış yaparım. "



Resulullah (s.a.s.)'in bu sözlerini duyan
herkes, bey'at etmek üzere elini uzatıyordu. Bu sırada Abbâs b. Ubâde ortaya
atılarak şunu söyledi:



-Hazrecliler! Bu zata niçin bey'at
ettiğinizi biliyor musunuz? Ona bey'atla insanların kırmızısına ve siyahına,
yani Arap ve Arap olmayana karşı savaşa hazır olmayı kabul etmiş oluyorsunuz.
Bir felâkete uğradığınız ve ulularınızın maktul düştüğünü gördüğünüz zaman onu
yalnız başına bırakacaksanız şimdiden bırakınız. Bu, daha doğru olur. Yoksa
dünyada ve ahirette rüsvay olursunuz. Fakat ona verdiğiniz sözü tutacak, malca
felâkete uğramayı, büyüklerinizin ölümüyle karşılaşmayı göze alacaksanız, bunu
yapınız. Çünkü dünya ve ahiret hayrı bundadır.



Hepsi kabul ettiler ve sordular:


- Ey Allah'ın Resulü, buna karşılık bize ne
va'd ediyorsunuz?



Resulullah:


"Cennet" dedi.


Bey'at kısa zamanda tamamlandı. Hepsi de
darlıkta ve genişlikte her halükarda itaate, sözün ancak doğrusunu söylemeye ve
Allah yolunda hiç bir kınayıcının kınamasından korkmamaya söz verdiler.



Bey'attan sonra Resulullah (s.a.s.),
Hazrec'den dokuz, Evs'den üç kişi olmak üzere on iki nakip seçtiler. Es'ad b.
Zurâre de hepsinin başı ve emîri seçildi. Bunlardan her biri bir kabîlenin reisi
idiler. Bunun anlamı, oniki kabilenin İslâmiyeti kabul etmesiydi.



Bey'at gece karanlığında tenhada ve
gizlilik içinde yapılmıştı. Fakat bey'atın bitiminde bir çığlık karanlığın
perdesini yırttı:



- Ey Kureyş, Muhammed ile atalarının
dininden çıkanlar, sizinle döğüşmek için andlaşma yaptılar!..



Fakat müslümanların artık kimseden
çekindikleri yoktu. Bu sesi duyar duymaz Abbas b. Ubâde şöyle dedi:



- Ya Resulallah, seni hak ile gönderen
Allah'a yemin ederim ki istersen sabah olur olmaz kılıçlarımızı kınından sıyırır
üzerlerine saldırırız. Resulullah (s.a.s.) ise şöyle buyurdular:



"Hayır... Bize savaş izni daha verilmiş
değildir. Şimdilik hepiniz yerlerinize dönünüz."



İslâm'a teslim olup Resulullah'a tam
anlamıyla bey'at eden bu ilk müslüman kitle için emre itaat mutlak idi.
Akabe'deki bu toplantı dağıldı ve herkes yerine döndü. Sabah olunca Kureyşli
müşrikler bu bey'attan haberdar olmuşlardı. Müşrikler bu anlaşmanın mahiyetini
araştırmağa başladılar. Fakat henüz müslüman olmamış olan Yesribliler'in Hz.
Peygamber ile anlaşmalarına bir türlü anlam veremiyorlardı. Mekkeli müşrikler bu
gizli anlaşma hakkında bir bilgi alamadan Yesrib'li müslümanlar şehri terk
etmişlerdi .



İslâm Devleti'nin kurulmasında önemli bir
dönüm noktası olan ikinci Akabe bey'atına, Resulullah'ın savaş ve barışta
korunacağına dair prensiplerin tesbit edildiği ve kararların alındığı bir bey'at
olmasından dolayı, "Bey'atü'l-Harb" adı verilir. İkinci Akabe bey'at'ının
gerçekleşmesiyle İslâm tarihinde yeni bir dönem başlıyor ve o gün İslâm
Devleti'nin temeli atılmış oluyordu.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
https://bilir.forum.st
ExaLTeD_Gs
Administratör
Administratör
ExaLTeD_Gs


Erkek Mesaj Sayısı : 2513
Yaş : 32
Nerden : Alemden
İş/Hobiler : Bilişim
<FONT color=orange><B><center>Ka :
Hz.Muhammed(S.A.V) Left_bar_bleue75 / 10075 / 100Hz.Muhammed(S.A.V) Right_bar_bleue

Kayıt tarihi : 19/05/08

Hz.Muhammed(S.A.V) Empty
MesajKonu: Geri: Hz.Muhammed(S.A.V)   Hz.Muhammed(S.A.V) Icon_minitime1Salı Kas. 25, 2008 5:49 pm

HİCRET


Bir yerden başka bir yere göç etmek.


Hz. Peygamber (s.a.s) ve ashabının İslâm
devletini kurmak üzere Mekke'den Medine'ye göç etmeleri.



Rasûlullah Mekke'de tebliğ görevini
sürdürürken Kureyşliler de inkârlarında diretiyorlardı. Peygamberimiz tebliğ
görevini Mekke'nin dışına taşırmak istiyordu. Bu nedenle Taif'e gitti. Tâifliler
de Kureyşliler gibi inkârcılıkta direnmişler ve Peygamberimizi taşa tutmuşlardı.
Peygamberimiz onların bu cahilce hareketleri karşısında yılmamıştır. Özellikle
hacc mevsiminde Mekke dışından gelen insanlarla görüşüyor onlara İslâm'ı
anlatıyordu. Peygamberimiz bir gün Akâbe mevkiinde Medineli altı kişi ile
karşılaştı. Onlara Kur'ân okudu ve İslâm'a davet etti. Medineliler
Peygamberimizle konuştuktan sonra durumu kendi aralarında değerlendirdiler.



"Yahûdilerin geleceğini bildikleri ve
kendisiyle bizi korkuttukları peygamber bu olmasın" dediler. Yahûdilerden önce
müslüman olmanın gereğine inanıp müslüman oldular.



Medine'de bulunan Yahudiler bir
Peygamber'in geleceğini biliyorlardı. Medinelilerle aralan açılan Yahudiler
onlara "Bir Peygamber gönderilmek üzeredir. O Peygamber gelince biz ona tabi
olacağız, İrem ve Âd kavimleri gibi sizin kökünüzü. kazıyacağız" diyorlardı.



Akabe'de Müslüman olan Medineliler
memleketlerine gittiklerinde bu durumu yakınlarına aktardıktan bir yıl sonra,
daha önceki Müslümanlarla birlikte on iki kişilik bir topluluk Hacc için
Mekke'ye geldi. Bunlar Peygamberimizle görüştü ve "hırsızlık yapmamak, zina
etmemek, çocukları öldürmemek, iftira etmemek, Allah ve Rasûlüne muhalefette
bulunmamak hususunda" peygamberimize söz verip bey'at ettiler.



Peygamberliğin onüçüncü yılında Medineli
müslümanlardan yetmiş iki kişilik bir grup hacc için Mekke'ye geldiler.
Peygamberimizle Akabe mevkiinde görüşmek üzere toplandılar.



Hz. Peygamber (s.a.s), amcası Abbas'la
birlikte Akabe'ye geldi. Abbas henüz müslüman olmamıştı. Ebu Talib'in vefatından
sonra peygamberimizle daha çok ilgilenmeye başlamıştı. Bu ilgi kabile bağından
ileriye gitmiyordu. Toplantıda ilk konuşmayı Abbâs yaptı; "Ey Hazrec topluluğu,
bu benim kardeşimin oğludur. Benim yanımda insanların en sevgilisidir. Siz onu
tasdik ediyor onun getirdiklerine inanıyor ve kendisini alıp götürmek
istiyorsanız, sizden bu hususta beni tatmin edici bir söz almak isterim. Siz ona
vereceğiniz sözü yerine getirebilecek ve kendisini muhaliflerinden koruyabilecek
misiniz? Bunu gereği gibi yaparsanız ne iyi; yok eğer Mekke'den çıktıktan sonra
kendisini yardımsız bırakacak rüsvay edecekseniz şimdiden bu işten vazgeçiniz,
onu bırakımı. Yine kavmi arasında ve yurdunda izzet ve şerefiyle korunmuş olarak
yaşasın."



Hz. Abbas'tan sonra Hz. Peygamber (s.a.s)
konuştu. Bundan sonra Medineli müslümanlar düşüncelerini şöylece açıkladılar:
"Allah'tan getirdiklerine bilerek ve inanarak sana bey'at ediyoruz. Biz,
Rabbımıza bey'at ediyoruz Allah'ın kudret eli ellerimizin üzerindedir.
Kendimizi, oğullarımızı, kadınlarımızı esirgeyip koruduğumuz şeylerden seni de,
esirgeyip koruyacağız. Eğer bu ahdimizi bozarsak, Allah'ın ahdini bozan,
yaramaz, bedbaht insanlar olalım. Ya Rasûlallah! Biz ahdimizde sadıkız".



Peygamberimiz iki şart ileri sürdü, "Rabbim
için şartım: O'na hiç bir şeyi ortak koşmamanız yalnız O'na ibadet etmeniz,
kendinizi, çocuklarınızı, kadınlarınızı esirgeyip koruduğunuz şeylerden, beni de
esirgeyip korumanızdır" buyurdu. Medineliler: "Böyle yaptığımız zaman bizim için
ne var" dediler. Allah Rasûlü de: "Cennet var" buyurdular. Medineliler "bu kârlı
alış veriştir" deyip Allah Rasûlüne bey'at ettiler.



Mekke müşrikleri Akabe bey'atlarıyla ilgili
haberi alınca Allah Rasûlünü Mekke dışına çıkarmamak için önlemler almaya
başladılar. Bir müddet sonra peygamberimiz müslümanların Medine'ye hicret
etmelerine izin verdi. İlk olarak Cahşoğulları hicret ettiler. Bunlardan sonra
Hz. Ömer hicret için önce silahını kuşandı, Kâbe'yi tavaf etti. Çevrede bulunan
müşriklere de hicret etmekte olduğunu bildirdi. "Anasını ağlatmak karısını dul
bırakmak isteyen varsa beni izlesin" diyerek büyük bir grup sahabe ile birlikte
hicret etti."



Hz. Ömer'den sonra Hz. Hamza ve diğer
müslümanlar hicret ettiler.



Hz. Ebû Bekir de hicret etmek istiyordu
ancak, Peygamberimiz ona "acele etme, belki Allah sana bir arkadaş bulur"
diyerek beklemesini söyledi. Bunun üzerine Hz. Ebu Bekir iki deve satın alıp,
hicret edeceği günü beklemeye başladı.



Kureyşliler müslümanların Medine'de
tutunduklarını görünce telaşa düştüler. Peygamberimizin hicretine engel
olabilmek için Darü'n-Nedve adı verilen meclis binasında toplandılar. Çeşitli
fikirler ve düşünceler ileri sürerek sonuçta Ebû Cehil'in düşüncesinde karar
kıldılar.



Ebu Cehil, her kabileden bir delikanlının
seçilmesini, bunların hep birlikte Peygamberimizi öldürmelerini teklif etti.
Böylece Abdi Menâçoğullarının bütün kabilelerle çarpışamayacağını, kan
davasından vazgeçeceklerini bildirdi.



Onlar bu tip hileler düşünürlerken
Peygamberimiz Hz. Ebû Bekir'in evine vardı. Allah'ın kendilerine hicret iznini
verdiğini bildirerek yol hazırlıklarına başlanıldı. Mekkelilere ait bazı
emanetlerin sahiplerine teslim edilmesi ve müşrikleri yanıltmak amacıyla Hz.
Ali'ye Peygamberimizin evinde kalması emredildi.



Gecenin geç vaktinde müşrikler
Peygamberimizin evini kuşattılar. Allah Rasûlü Kur'ân okuyarak Allah'a sığınmış
böylece müşriklerin arasından görünmeden geçmiştir. Bir müddet sonra müşrikler
Peygamberimizin yatağında yatanın Hz. Ali olduğunu görünce hayrete düşmüş ve
tuzaklarının boşa gittiğini anlamışlardır.



Rasûlullah (s.a.s) Hz. Ebu Bekir'le
birlikte Sevr Dağı'na doğru yol alıp Hıra mağarasına gizlendiler. Bu dağ Medine
tarafında değil, Cidde tarafında Mekke'nin kuzey batısında yer alıyordu.
Müşrikleri şaşırtmak için de böyle bir yola başvurulmuştu.



Müşrikler hz. Ali'yi ve Hz. Ebû Bekir'in
kızı Esma'yı sıkıştırmış fakat bir şey öğrenememişlerdir. İz sürenleri yanlarına
aldılar; dağ, tepe demeden her tarafı aradılar. Bir ara mağaranın ağzına kadar
geldiler, mağaranın önüne bir güvercinin hemen Rasûlullah'ın oraya girmesinden
sonra yuva yaptığını, örümceğin ağ örttüğünü görünce Allah Rasülünün mağarada
gizlenmesinin mümkün olabileceğini düşünemediler. Elleri boş olarak geri
döndüler.



Hz. Peygamber (s.a.s) ile Hz. Ebu Bekir bu
mağarada üç gün kaldılar. Hz. Ebu Bekir'in oğlu Abdullah ve kızı Esma onlara
yemek taşıdılar. Hz. Ebu Bekir'in çobanı da koyunlarını Abdullah'ın geçtiği
yerlere sürerek izlerini silmeye çalıştı. Yol Kılavuzu Uraykıt Peygamberimiz ve
Hz. Ebubekir'in bineceği develeri getirdi. Peygamberimiz devenin ücretini Ebu
Bekir'e ödeyerek yola koyuldular. Yolculukta geceleri yol alıyor, gündüzleri
gizleniyorlardı.



Kureyşliler, Peygamberimizi bütün
uğraşlarına rağmen bulamayınca şaşkına döndüler. Onu bulana yüz deve
vereceklerini vadettiler. Bu ödül herkesi heyecanlandırdı. Yüz deveye sahip
olabilme ümidiyle her tarafı aramaya başladılar. Her yöne haberciler gönderildi.
Bu habercilerden birisi de Süraka'nın yurduna gelmişti. Onlar da Allah Rasûlünü
bulabilmek ve yüz deveye sahip olabilmek için fırsat kolluyorlardı. Bir gün
adamın birisi üç kişilik bir yolcu kabilesinin gitmekte olduğunu gördü. Bunu bir
toplulukta anlattı. Süraka uyanık bir kimse idi. Adamı yanıltmak ve sözü kesmek
için onlar falancalardır dedi. Adam da kesin bir şey bilmediğinden susmak
zorunda kaldı. Bunun üzerine Süraka evine geldi. Atını ve oklarını hazırladı.
Belirtilen yöne doğru hızla yol almaya başladı. Süraka kısa bir müddet sonra
Peygamberimiz ve Hz. Ebû Bekir'e yetişti. Onlara "bugün seni benden kim
kurtarabilir" diye bağırdı. Peygamberimizin duasıyla Süraka'nın atının ön
ayakları kuma gömüldü. Böylece Allah bu kutsî Medine yolculuğunda Rasûlünü
yalnız bırakmamış ve onu tehlikelere karşı bir kez daha korumuştu.



Atının kuma gömülmesi sonucunda gerçeği
anlayan Süraka affını rica etti. Peygamberimiz de ona dua ederek affetti. Süraka
minnet altında kalmak istemiyordu. Peygamberimize ikramda bulunmak istiyordu.
Peygamberimiz de onun hiç bir ikramını kabul etmek istemedi. İkramının kabul
edilebilmesi için müslüman olmasının gerektiğini öğrendi ve müslüman oldu.



Kureyş'in vadettiği yüz deveye sahip olmak
isteyenlerden birisi de Büreyd idi. O da kendi kabilesinden yetmiş atlı ile yola
çıkmış, Peygamberimize yetişmişti. Ancak bütün gayretlerine rağmen muvaffak
olamamış sonuçta Büreyd'e İslâm tebliğ edildi. Büreyd ve yanındakiler müslüman
oldular. Büreyd, peygamberimizin Medine'ye bayraksız girmesinin uygun
olmayacağını düşünerek, başından sarığını çıkardı, mızrağının ucuna bağladı,
böylece Medine'ye kadar Peygamberimizin bayraktarlığını yapmış oldu.



Peygamberimizin Mekke'den çıktığını duyan
Medine'deki müslümanlar yolları gözlüyorlardı. Her gün güneşin doğumundan önce
Harra mevkiine çıkıyorlar, sıcak bastırıncaya kadar bekliyorlardı. Bir gün
Yahudi'nin birisi bir işiyle ilgili olarak yüksek bir kuleye çıkıp etrafı
gözetlemeye başlamıştı. Peygamberimizin ve arkadaşlarının gelmekte olduğunu
gördü. Kendisini tutamayarak heyecanla " ey Arap topluluğu! İşte nasibiniz,
devletliniz, beklediğiniz ulu kişiniz geliyor" diyerek Rasûlullah'ın geldiğini
onlara haber verdi.



Medineliler yollara dökülüp Peygamberimizi
karşıladılar. Peygamberimiz burada bir müddet kaldı ve Kuba Mescidi'ni inşa
ettirdi. Hz. Ali de Kuba'da Rasûlulah'a yetişti.



Süheyb b. Sinan da hicret etmek için yola
çıkmıştı. Kureyşliler onun yolunu çevirdiler, göndermek istemediler. Süheyb,
biriktirdiği bütün serveti Kureyşlilere bırakmak şartıyla yoluna devam etti.



Peygamberimiz bir kaç gün sonra Medine'ye
hareket etti. Hareketinden önce Neccâroğullarına kendisini Medine'ye götürmeleri
için haber gönderdiği de rivayet edilmektedir. Abdulmuttalib'in annesi
Neccaroğullarının kızıydı. Dolayısıyla Neccaroğulları Abdulmuttalib'in dayıları
oluyordu.



Neccaroğulları Peygamberimizi Medine'ye
götürdüler. Halk Peygamberimizi ağırlamak için can atıyordu. Allah Rasûlü hiç
kimseyi kırmak istemiyordu. " Devenin yolunu açınız. Nereye çökeceği ona
buyrulmuştur" diyordu. Deve boş bir araziye çöktü. Peygamberimiz bu araziye
akrabalarından kimin evinin yakın olduğunu sordu. Böylece Neccaroğularından Ebu
Eyyûb El-Ensâri'nin evine misafir oldu.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
https://bilir.forum.st
ExaLTeD_Gs
Administratör
Administratör
ExaLTeD_Gs


Erkek Mesaj Sayısı : 2513
Yaş : 32
Nerden : Alemden
İş/Hobiler : Bilişim
<FONT color=orange><B><center>Ka :
Hz.Muhammed(S.A.V) Left_bar_bleue75 / 10075 / 100Hz.Muhammed(S.A.V) Right_bar_bleue

Kayıt tarihi : 19/05/08

Hz.Muhammed(S.A.V) Empty
MesajKonu: Geri: Hz.Muhammed(S.A.V)   Hz.Muhammed(S.A.V) Icon_minitime1Salı Kas. 25, 2008 5:50 pm

Hz. Peygamber (s.a.s)'in Medine'ye gelişi
Medineli mü'minleri büyük bir sevince boğdu.


Bütün mü'minler, evlerinin d***** çıkmış;
gençler ve hizmetçiler yollara dökülmüşler "Yâ Rasûlallah! Yâ Muhammed! Yâ
Rasûlallah!" diyerek bağırıyorlardı. (Müslim, Sahih, VIII, 237). Çocuklar ve
hizmetçiler, yollarda ve damlarda "Rasûlullah geldi! Allahû ekber! Muhammed
geldi! Allahû ekber! Muhammed geldi! Allahu ekber, Muhammed geldi! diyorlar,
Habeşliler de, sevinçlerinden kılıç kalkan oynuyorlardı (Ebû Davud Sünen, II,
579)



Kadınlar ve çocuklar, hep bir ağızdan:
"Vedâ tepelerinden dolunay doğdu bize! Allah'a yalvaran oldukça, şükür etmek
gerekir halimize, Ey bize gönderilen Peygamber! Sen boyun eğmemiz gereken bir
emr ile geldin bize" diye şiirler okuyorlardı (Semhudî, Vefaü'l-Vefa, I,187,
Halebi insanü'l-Uyun, II, 58).



Berâ' b. Âzib: "Peygamber (s.a.s) Medine'ye
gelince, Medinelilerin Rasûlullah'a sevindikleri kadar hiç bir şeye
sevindiklerini görmedim demiştir.



Enes b. Mâlik de: "Ben, Rasûlullah'ın
Medine'ye girdiği günden daha güzel, daha parlak bir gün görmedim" der (İbn
Sâ'd, Tabakat, I, 233, 234).



Rasûlullah Medine'ye varınca mü'minlerin
her biri kendi evinde ağırlamak istediler ve bu konuda yarışırcasına hareket
ettiler. Rasûlullah'ı misafir edebilmek için devesinin önüne geçiyorlardı.
Efendimiz onlara "Devenin yolunu açınız! Nereye çökeceği ona emir buyurulmuştur"
diyordu (Semhûdî-Vefâü'l-Vefâ, I,183).




TARIHTE HICRET: HZ. İBRAHIM (A.S)'IN HICRETI:



Hz. İbrahim, kendi kavmine Allah'ın dinini
anlatmada hiç bir engel tanımamış, Nemrut'un zorbalığına boyun eğmemiş, bir bir
işkencelere maruz kalmasına rağmen yolundan dönmemiştir. Fakat O'nun bütün
gayretleri bir netice doğurmamış ve toplumunu küfür bataklığından çekip
almamıştır. Artık netice belli olmuştur; kavmi kendi doğrultusunda gitmektedir.
Hz. İbrahim de tevhid üzere yoluna devam etmektedir.



Hz. İbrahim kavminin iman etmesine imkân ve
ihtimal kalmadığını anlarınca, sapıklık ve küfür diyarından uzak kalmak
amacıyla, her şeyiyle yalnız Allah'a kulluk edebilmek için hicret etmiştir
(Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır, Hak Dini Kur'ân Dili, II, 1437).



Hz. Peygamber (s.a.s) de şöyle buyurmuştur:
"Her kim diniyle bir yerden bir yere hicret ederse, gittiği yer bir karşı yer de
olsa Cennet'te İbrahim ve Muhammed (s.a.s) onun arkadaşı olur."




ASHAB-I KEHF'IN HICRETI:



Batıl düzenler, gerçekten Hakk'a inananlara
hayat hakkı tanımak istemezler. Onlar gerektiğinde bütün zulüm mekanizmalarını
inananların aleyhine çalıştırmaktan geri durmazlar. Çünkü, yarasanın ışıktan
ürktüğü gibi, onlar da inananların gerçekleri ve mutlak doğruları gözleri önüne
sermeleri böylece kendi menfaatlerinin ortadan kalkmasından, ilahlık davalarının
sahteliğinin ortaya çıkmasından, sömürü çarklarının durmasından endişelenirler,
korkarlar. Tarih boyunca inananlara zâlim düzenler eliyle yapılan zulüm, baskı
ve şiddetin asıl nedeni budur. Bugün yeryüzünün her bölgesinde müslümanlar
üzerindeki baskı ve terör bundan kaynaklanmaktadır.



Kur'ân-ı Kerîm Ashab-ı Kehf'ten: "Rablerine
inanan gençler" (el-Kehf, 18/13) olarak söz etmektedir. Bunun üzerine; "Allah da
onların hidayetlerini artırmıştı". Ashab-ı Kehf'in, kavimleri Allah'tan başka
tanrılara taptıkları için onlardan uzaklaşmalarını Kur'ân övgüyle anlatmaktadır.
Onlar bu davranışlarıyla doğru yolu bulman ve Allah'ın rahmetine kavuşmayı gaye
edinmişlerdi.



"... Şunlar, şu bizim kavmimiz, Ondan (Allah'dan)
başka tanrılar edindiler. Bunların üzerine bari açık bir delil getirseydiler ya?
Artık yalan yere Allah 'a karşı iftira edenlerden daha zâlim kimdir?"
dediklerinde, onların kalplerini (sabır ve sebat ile hakka) bağlamıştık."



(Birbirlerine şöyle demişlerdi):


"Madem ki siz onlardan ve Allah'tan başka
tapmış olduklarından ayrıldınız, o halde mağaraya (çekilip) sığının ki; Rabbiniz
size rahmetinden genişlik versin, işinizden de size fayda hazırlasın " (el Kehf,18/
14,16) Böylece onlar, zâlim bir toplum içinde yaşayıp, dinlerini açığa
vuramamaktansa mağaraya çekilip orada inançlarını yaşamayı tercih etmişler ve
son derece az oldukları için, mevcut düzene karşı duramayacaklarını anlamış
bulunuyorlardı.




HABEŞISTAN'A HICRET:



İslâm'ın ilk yıllarında, sahabîlerin önemli
bir kısmına ve özellikle zayıf ve kimsesizlere, "Rabbiniz Allah'tır" demeleri
nedeniyle sayısız zulümler uygulanıyor, dinlerinden vazgeçirmeleri için onlara
büyük baskılar yapılıyordu. Peygamber Efendimiz, sayıları yüzü bulan sahabiye
Habeşistan'a hicret etmelerini tavsiye etti. Orada kendilerini himaye edecek iyi
niyetli bir hükümdarın varlığından söz etti. Bunun üzerine Habeşistan'a iki defa
hicret edildi.



Mekke o sıralarda gerçekten İslâm gibi
eşsiz, tevhide dayalı yüce bir inanç ve hayat düzenini kabul edenler için ağır
şartları bulunan bir ortamdı. Habeşistan'da da İslâmî bir düzenin varlığından
söz edilemezdi ama. en azından orada dini hürriyet vardı ve zulüm yoktu. Diğer
taraftan İslâm ülkesi diyebileceğimiz bir yerin de varlığı söz konusu değildi.
Henüz böyle bir teşebbüse girebilmek için gerekli şart ve imkanlardan da
müslümanlar tamamıyla mahrum bulunuyorlardı. Bu nedenle Dârü'l- Küfr olan
Mekke'yi bırakıp Darü'l-Emin (güven ülkesi)'e göç için bir izin verilmiş
oluyordu...




HICRETIN HÜKMÜ:



Kur'ân'ın bir çok âyeti hicretten, hicretin
gereğinden, hicret edenlerden ve etmeyenlerden... söz eder.



Hicretin ne denli önemli olduğuna şu
âyetler gayet açık bir şekilde işaret etmektedir:



"Öz nefislerinin zâlimleri olarak canlarını
alacağı kimselere melekler derler ki: "Ne işte idiniz?" Onlar: "Biz yeryüzünde
dinin emirlerini uygulamaktan aciz kimseler idik" derler. Melekler de: "Allah'ın
arzı geniş değil miydi? Siz de oradan hicret etseydiniz ya" derler. İşte onlar
böyle. Onların barınakları Cehennemdir. O ne kötü bir yerdir. Erkeklerden,
kadınlardan, çocuklardan zayıf ve acz içinde bırakılıp da hiçbir Çareye gücü
yetmeyen ve (hicret) için bir yol bulamayanlar müstesna" (en-Nisâ, 4/97, 98).



Bu âyetlerin iniş sebebi hakkında İbn Abbas
(r.a) şunu nakletmektedir:



"Peygamber (s.a.s) zamanında bazı
müslümanlar müşriklerle birlikte durup onların sayılarının artmalarına neden
oluyorlardı. (savaş sırasında) ok, onlardan bazılarına isabet edebiliyor veya
boynu vurulup öldürülebiliyordu. Bunun üzerine bu ayetler nazil oldu. Yine İbn
Abbas (r.a.)'ın rivayet ettiğine göre; bir kısım Mekkeliler İslâm'a girmiş,
fakat müslümanlıklarını açığa vurmamışlardı. Bedir savaşı gününde müşrikler
onları da beraberlerinde savaşa götürdüler ve bazıları bu savaşta öldü.
Müslümanlar bunun üzerine: "Bizim arkadaşlarımız müslüman idiler, savaşa zorla
sokuldular" deyip, onlara Allah'tan mağfiret dilediler. Bunun üzerine bu âyetler
nazil oldu" (İbn Kesîr, Tefsiru'l-Kur'âni'l-Azim, I, 542).



Demek ki mü'minler, bu gibi durumlarda "biz
İslâm'ı ayakta tutamayacak kadar zayıf kimseler idik" demekle kendilerini
kurtaramayacaklardır. Çünkü bunlar İslâm'ı tamamiyle yaşayabilmek için herhangi
bir teşebbüste bulunmamışlar ve böylece "kendilerine zulm etmişlerdir" fakat,
gerçekten hicret edemeyecek durumda bulunan zayıf kimseler bundan müstesnadır.



Bu âyetler, müşrikler arasında bulunup da
dinini ayakta tutamayan herkesi kapsamaktadır. Hicret edebilecek durumda olup da
hicret etmeyenlerin, kendi nefislerine zulmetmiş oldukları ve bu ayetin hükmüne
göre, haram işledikleri icmâ ile kabul edilmiştir (İbn Kesîr Tefsîr, I, 542). Bu
hüküm kıyamete kadar bakîdir ve genel bir hükümdür. Herhangi bir durum onu,
dinini yaşayabileceği, inancının gereklerini yerine getirebileceği Darü'l-İslam'a
hicret etmekten alıkoymaz.



Hanbelî hukukçulara göre bir kimsenin,
Darü'l- Harp'te dinini açığa vurup yaşayabiliyor bile olsa, müslümanların
sayısını çoğaltmak ve cihada katılabilmek için Dârü'l-İslâm'a hicret etmesi
sünnet olur. Hanefi mezhebinde ise küfür diyarından İslâm diyarına hicret etmek
vaciptir. Şâfiîlerden el-Mâverdî'ye göre de, müslüman herhangi bir küfür
beldesinde dinini açığa vurabiliyorsa, orası onunla Daru'l-İslâm olmuş olur.
Orada durmak, hicret etmekten daha iyidir. Çünkü böylelikle kendisinden
başkalarının,da İslâm'a girmeleri umulabilir. Ancak el-Mâverdî'nin bu görüşüyle,
konu ile ilgili olarak Darü'l-Harp'ta kalmayı haram kılan ayet ve hadisler
arasındaki aykırılık açıktır. Hicret hükmü, Darü'l-Harp'te müslüman olup oradan
uzaklaşabilecek güçte olan herkes için geçerlidir (eş-Şevkânî, Neylü'l-Evtâr,
VIII, 28, 29). Darü'l-Harp'ten hicret etmenin, herhangi bir ma'siyetin işlenmesi
veya herhangi bir emrin yerine getirilmemesi veya İslâm devlet başkanının
istemesiyle vacip olacağı konusunda icmâ' vardır (eş-Şevkânî, a.g.e., VIII, 29).



Kişi "ben hicret edeceğim ama, gideceğim
yer tanımadığım, yabancısı olduğum bir yerdir. Acaba orada geçimimi
sağlayabilecek miyim? Sonra ne zaman geleceği bilinmeyen ölüm, beni yolda
yakalarsa hicret etmiş sayılabilir miyim..." gibi bir takım düşünceleri içinden
geçirebilir. Ancak bunlar yersiz düşüncelerdir. Çünkü: "Kim Allah yolunda hicret
ederse, yeryüzünde gidecek, barınacak bir çok yerler bulur, genişlik de bulur.
Kim evinden Allah ve Rasûlüne muhâcir olarak çıkıp da sonra yolda ölürse, onun
mükâfatı Allah'a aittir (en-Nisâ, 4/100). Bu bakımdan ne rızık endişesi ne de
"yolda ölüm" düşüncesiyle farz olan hicretten geri kalamaz.



Yeryüzü iman-küfür mücadelesinin alanıdır.
Bu mücadelede kimi zaman iman bazan da küfür egemen olmuştur. Mü'minler İslâmî
kimliklerini yitirdikleri, imanî zaaflara düştükleri, İslâmi ilimlerin yeterince
tahsil edilmediği ve cehaletin yaygınlaştığı dönemlerde küfür İslâm'a gâlib
gelecektir. İslâmî ilimlerin çok iyi bilindiği, İslâm'ın yaşandığı, imanın kalb
atışlarında bile hissedildiği dönemlerde ise kuşkusuz İslâm egemen olacaktır.



İslâm'ın ve küfrün egemenliği ya da şeytana
zaman zaman fırsat verilmesi insanın ve yeryüzünün kanunu hükmündedir.
Dolayısıyla mü'minler İslâm'ın egemen olmadığı toplumlarda yaşama durumunda
kalabilirler. Bundan dolayı hicret zaman zaman gündeme gelebilir. Hicret dönemi
asla kapanmaz, Mekke'nin de fethinden sonra hicret gündeme getirilemez; hicret
tarihin belirli bir dönemine ait bir olay değildir. Hicret süreklilik arzeder ve
kıyamete kadar kaimdir.



Mekke'nin fethedildiği gün Abdurrahman b.
Safvan (r.a) babasını getirerek, Rasûlullah'a babasının da hicret sevabından
payını almasını istediğini bildirdi. Bunun üzerine Peygamber Efendimiz: "Artık
hicret yoktur" diye cevap verir. Rasûlullah'ı bu konuda yumuşatmak amacıyla,
amcası Hz. Abbâs'ın yanına gider ve bu konuda kendisine yardımcı olmasını ister.
Hz. Abbâs .(r.a), Peygamber (s.a.s)'e "Allah aşkına kabul et" derse de, Hz.
Rasûlullah şu cevabı verir: " Amcamın yeminini yerine getiririm, ama hicret
yoktur" Hadîsin râvilerinden olan Yezid b. Ziyâd: "Halkı İslâm'ın egemenliği
altına girmiş bulunan bir yerden hicret edilemez, demek istiyor" diye hadisi
açıklamıştır (İbn Mace Keffâret).



Burada görüldüğü gibi Mekke'den hicret
etmek artık söz konusu değildir. Çünkü, hicretten maksat gerçekleşmiş bulunuyor.
Artık Mekke'nin kendisi fethedilmek suretiyle Darü'l-İslâm olmuş ve İslâm'ın
bütünüyle hayata yansıyacağı bir yer haline gelmiştir. Allah'tan başka hiçbir
varlığın hâkimiyetinden söz edilemeyecektir.



Diğer bir kısım hadislerde ise, hicretin
sürekliliğinden söz edilmektedir:



"Kâfirlerle savaşıldıkça hicretin sonu
gelmeyecektir (eş-Şevkânî a.g.e., VIII, 27). "Hicretten sonra hicret olacaktır.
Yeryüzünün en hayırlıları, Hz. İbrahim'in hicretini kendisine örnek alanlardır"
(Ebû Davûd, Cihad).



Bu hadislerden anlaşıldığına göre, İslâm
hâkim olduğu bir yerden hicret etmenin farz veya vâcib olması söz konusu
değildir. Ancak Darü'l-Harb'den Darü'l-İslâm'a hicret etmemin vucûbu kıyamete
kadardır. Ebu Bekr İbnü'l-Ara
__________________
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
https://bilir.forum.st
ExaLTeD_Gs
Administratör
Administratör
ExaLTeD_Gs


Erkek Mesaj Sayısı : 2513
Yaş : 32
Nerden : Alemden
İş/Hobiler : Bilişim
<FONT color=orange><B><center>Ka :
Hz.Muhammed(S.A.V) Left_bar_bleue75 / 10075 / 100Hz.Muhammed(S.A.V) Right_bar_bleue

Kayıt tarihi : 19/05/08

Hz.Muhammed(S.A.V) Empty
MesajKonu: Geri: Hz.Muhammed(S.A.V)   Hz.Muhammed(S.A.V) Icon_minitime1Salı Kas. 25, 2008 5:52 pm

İLK YAPILAN MESCİD





Resulullah (s.a.s)'in ilk işi devesinin
çöktüğü arsayı sahiplerinden satın alarak buraya bir mescit inşa etmek olmuştur.
Mescid-i Nebî adı ile anılan bu mekânın İslâm devletinin oluşumu ve
yönetilmesinde gördüğü fonksiyon oldukça büyüktür.




MESCİDU'N-NEBEVİ



Resulullah (s.a.s)'ın Medine'ye hicretinden
hemen sonra ashabıyla birlikte bina ettiği mescit. Bu mescit, Mescid-i Resul,
Mescid-i Şerîf, Mescid-i Saadet ve Mescid-i Nebevî adlarıyla da anılmaktadır.
Mescid-i Haram ve Mescid-i Aksa'dan sonra yeryüzündeki mescitlerin en
faziletlisidir.



Resulullah (s.a.s), Hicret yolculuğunda
kısa bir müddet Medine'nin dışında bulunan Kuba köyünde kalmıştı. Bu esnada Kuba
mescidi adıyla bilenen mescidi inşa ettirmişti. Buradan yola çıkıp, Medine'ye
girdiği zaman, Resulullah (s.a.s), misafir edip ağırlama şerefine nail olabilmek
için herkes birbiriyle yarışa girmişti. Kendisini davet edenlere Resulullah
(s.a.s); "Bırakın deve serbestçe yürüsün. O bizi Allahın razı olacağı bir yere
kadar götürecektir" diyordu. Deve bir süre yürüdükten sonra, iki yetim kardeşe
ait boş bir arsaya çöktü. Buraya evi en yakın olan Ebu Eyyub el-Ensarî,
Resulullah (s.a.s)'ın eşyalarını alıp sevinçli bir halde evine taşıdı (bk.
Hicret mad.).



Resulullah (s.a.s)'ın devesinin çöktüğü bu
arsa sahipleri olan Neccaroğullarından Sehl ve Suheyl hibe etmek için ısrar
ettilerse de Resulullah (s.a.s) bunu kabul etmedi ve on dinar gibi sembolik bir
meblağ karşılığında burayı satın aldı. Bu bedeli Hz. Ebu Bekir (r.a) ödedi.



İbn Sa'd, Resulullah'ın Medine'ye
hicretinden önce Esad ibn Zurare'nin arkadaşlarıyla burada namaz kıldığını,
ayrıca cuma namazlarını da burada kıldırdığını nakletmektedir. Etrafı çevrili
olan bu arsanın hemen bitişiğinde, cahiliye insanlarının gömülü bulunduğu bir
mezarlık vardı. Resulullah bu mezarlığın kaldırılmasını istedi. Böylece mescidin
inşa edileceği arsa genişletilmiş oldu. Ayrıca burada bulunan su birikintisi de
yok edildi (Nesaî, Mesâcid, 12; İbn Sa'd Tabakatül-Kübrâ, Beyrut, t.y, I, 239).



Bu arsa üzerinde hemen bir mescit bina
edilmeye başlandı. Ensar, Muhacir ve diğer gönüllü kimselerin de katıldığı
kalabalık bir işçi-usta topluluğu tarafından yürütülen çalışmalar sonunda
mescit, kısa sürede bina edildi. Resulullah (s.a.s) çalışmaları idare edip,
mescidin kıble tarafındaki temellerinin atılması ve diğer planlamaları yapmakla
yetinmeyip, çalışmalara bir işçi gibi taş, kerpiç taşıyarak katılmıştır. O, bu
çalışmalar esnasında şu beyitleri söylüyordu: "Allahım! Ahiret hayatından başka
hayat yoktur. Ensara ve muhacirûna mağfiret et" (İbn Sa'd a.g.e., I, 239-240).



Temeller toprak seviyesine kadar taş,
zeminden yukarısı ise kerpiç kullanılarak bina edildi. Temel yaklaşık olarak bir
buçuk metre derinliğinde açılmıştı.



Eni-boyu yüzer zıra (bir zıra =kırkbeş
santim) olmak üzere, kare şeklinde inşa edilen mescidin mihrabı Beytu'l-Makdis
yönüne denk düşecek şekilde kuzey duvarında işaretlenmişti. Üç tane kapıdan biri
güney tarafındaki arka duvarda, ikincisi batı tarafındaki duvarda, üçüncüsü ise
Resulullah (s.a.s)'in hücrelerinin bulunduğu doğu tarafında idi. Bu kapıya
Cibril kapısı denirdi.



Resulullah (s.a.s), ilk önceleri bir hurma
kütüğü üzerine çıkarak hutbe okurdu. Bir zaman sonra bizzat Resulullah (s.a.s)'ın
isteği veya ashabın, cemaatın kalabalıklaştığını ve arkadakilerin hutbe okurken
onu göremediklerini bildirmeleri üzerine, bir kaç basamaklı bir minber
yapılarak, mescite yerleştirildi (Buhârî, Cuma, 26; İbn Sa'd, a.g.e., I,
250-251).



Hicretten on altı ay sonra Kıblenin yönü
Beytullah tarafına çevrildiği zaman, güneydeki kapı kapatılarak, burası mihrab
yapıldı, Kuzeydeki duvarda da bir kapı açıldı. Mescitte namaz kılınan yerin
üzeri açıktı. Ancak mescitin ortasında, hurma ağacından yapılan direkler
üzerinde, hurma, dal ve yapraklarından bir gölgelik yapılmıştı.



Mescitin doğu tarafında duvara bitişik
olarak Resulullah (s.a.s)'in hanımları Hz. Âişe (r.anh) ve Hz. Sevde (r.anh)
için, iki oda inşa edilmişti. Ayrıca yine mescite bitişik olarak, gündüzleri bir
eğitim-öğretim yeri, geceleri ise, evsiz kimseler ve misafirlerin barınması için
"Suffa" denilen üzeri kapalı bir bölüm eklenmişti. Resulullah (s.a.s)'e ait
odalara, zamanla yedi oda daha eklenerek oda sayısı dokuza çıkmıştır. Bunların
hepsi kerpiçten idi (İbn Sa'd, a.g.e., I, 499).



Medine'de inşa edilen bu mescit aynı
zamanda, kurulan İslâm devletine ait bütün faaliyetlerin yürütüldüğü bir merkez
niteliğinde idi. Resulullah, ashabıyla orada istişare eder, savaş ve barış
kararlarını orada alır, elçi heyetlerini orada kabul eder, savaşa çıkacak
orduları orada techiz ederek yola çıkarır, topluma ait bütün meseleler orada
çözüme kavuşturulur, hatta gerektiğinde suçlular ve esirler bağlanmak suretiyle
orada hapsedilirdi (Nesei, Mesâcid, 20).



Eğitim-öğretim faaliyetleri, mescitin "Suffa"
denilen kısmında yerine getiriliyordu. İslâm ümmetinin nüvesini oluşturan Ashab
ve seçkin sahabe âlimler, İslâmda ilk üniversite sayılabilecek bu mekanda
yetişmişlerdi. İslâm'ın esaslarını öğrenmek üzere Medine dışından gelenler için
aynı zamanda bir yatakhane vazifesi görüyordu (İbn Sa'd a.g.e., 255). Bir
defasında, Temim kabilesine mensup yetmiş kişi burada barındırılmış idi (Ahmed
b. Hanbel, III, 371).



Resulullah (s.a.s), burada bizzat dersler
veriyordu. Ancak, yeni gelen ve başlangıçta olan öğrencilere okuma yazmayı ve
Kur'an-ı Kerim'i öğreten diğer öğretmenler de bulunmakta idi. Medine'den ve uzak
yerlerden olmak üzere burada okuyan öğrencilerin dört yüz kişi gibi bir sayıya
ulaştığı oluyordu. Burada barınanların ihtiyaçlarının büyük bir bölümü, cömert
sahabeler tarafından karşılanmaktaydı (M. Hamidullah, İslam Peygamberi,
İstanbul, 1980, II, 832).



Medine'de bir evi ve ailesi olmayan fakir
kimseler de Suffa'da yatıp kalkıyor, ihtiyaçlarını buradan sağlıyorlardı (İbn
Sa'd a.g.e, 255).



Mescid-i Nebevi, ilk inşa edilişinden sonra
bir takım genişletme faaliyetleri gördü. Hayber'in fethinden sonra Resulullah
(s.a.s), mesciti bir miktar genişletmişti. Resulullah (s.a.s), vefatından kısa
bir müddet önce, Hz. Ebu Bekir'in kapısı hariç odalardan mescite açılan bütün
kapıları kapattırmıştı (Buhari, Ashab, 3). Resulullah (s.a.s) vefat ettiğinde
Hz. Âişe (r.anha)'ye ait odada defnedilmiştir.



İlk ciddi genişletme, Hz. Ömer (r.a)'in
hilâfeti zamanında yapıldı. Güney tarafından beş, Batı ve Kuzey taraflarından da
onar metre ilave yapıldı. Doğu tarafına ilâve yapılmadı ve Resulullah (s.a.s)'ın
hanımlarının odaları olduğu gibi kaldı. Kuzey, doğu ve batı duvarlarında ikişer
tane olmak üzere, kapı sayısı altıya çıkarıldı. Hz. Ebu Bekir ve Hz. Ömer vefat
ettiklerinde Peygamber (s.a.s)'ın yanına defnedilmişlerdir.



Hicretin yirmi dokuzuncu yılında Hz. Osman
(r.a), mesciti yeniden inşa ettirdi. Duvarları süslü taş ile yeniden örüldü. Taş
sütunlar kullanılarak mescitin bir kısmının üzeri kapatıldı. Kapılarının
sayısında bir değişiklik yapılmadı. Bu yenileme ile mescitin genişliği yüz elli
zıra, uzunluğu ise yüz altmış zıra'a çıkmıştır (İbnu'l-Esîr, el-Kâmil
fi't-Tarih, III,103; Suyütî, Tarihu'l-Hulefa, Beyrut 1986, 173).



Emevîler zamanında, Medine Valisi Ömer b.
Abdülaziz eliyle mescit yeniden inşa ettirildi. Hicrî seksen sekiz'den, doksan
bire kadar süren çalışmalarla mescit, doğu, batı ve kuzey yönlerinden
genişletilmişti. Peygamber (s.a.s)'in hanımlarının odaları Mescide katılmıştır
(İbn Sa'd, a.g.e., I, 399). Resulullah (s.a.s)'in kabr-i şerifleri Hz. Âişe
(r.anh) validemizin odasında bulunduğu için bu odanın sadece bir bölümü mescite
dahil edildi.



Mescitin duvarları taş ve kerpiç
kullanılarak yapılmış ve mermerlerle kaplanarak süslenmişti. Tavanı da
Hindistan'da yetişen saac ağacı ile örtüldü ve altın suyu ile yaldızlandı. Bu
yenileme ile mescitin uzunluğu ikiyüz zıra, genişliği de yüz altmış yedi zıra
çıkmıştır. Sütunları mermerden yapılarak, sütun başlıkları altınlarla süslendi.
Eyvanların yapımında taşlar kurşun kullanılarak birbirine geçirilip
sağlamlaştırıldı. Ravza-ı Mutahhara (Resulullah (s.a.s)'nın kabrinin bulunduğu
yer)'ın tavanı saac ağacı ile örtülerek yazılarla süslendi. İlk olarak mihrab ve
dört tane de minare yapıldı.



Abbasîlerden el-Mehdî, Hicrî 162-778'de
kuzey tarafından genişleterek, üç yıl süren çalışmalarla mesciti yeniledi. Yine
202 (817) yılında Me'mun, mesciti tekrar restore ettirdi.



576 (1180) yılında en-Nasır Lidinillah,
Resulullah (s.a.s)'den kalan değerli eşyayı muhafaza etmek için mescitin
sahnında kubbeli bir oda yaptırdı. Hz. Âişe (r.anh)'ın sakladıklarından
bulabildiklerini buraya koydu. Bunlar; Resulullah (s.a.s)'ın vefat ettiği zaman
giymekte olduğu çuhadan yapılmış rida ve izar, atlas kumaş ile işlemeli şal bir
cübbe, Bürde-i Saadet, seccade, sancaklar, bir kısım resmi evrak ve Ashabdan
bazılarına ait bir takım eşyadan ibaretti.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
https://bilir.forum.st
ExaLTeD_Gs
Administratör
Administratör
ExaLTeD_Gs


Erkek Mesaj Sayısı : 2513
Yaş : 32
Nerden : Alemden
İş/Hobiler : Bilişim
<FONT color=orange><B><center>Ka :
Hz.Muhammed(S.A.V) Left_bar_bleue75 / 10075 / 100Hz.Muhammed(S.A.V) Right_bar_bleue

Kayıt tarihi : 19/05/08

Hz.Muhammed(S.A.V) Empty
MesajKonu: Geri: Hz.Muhammed(S.A.V)   Hz.Muhammed(S.A.V) Icon_minitime1Salı Kas. 25, 2008 5:53 pm

654 (1256) yılının Ramazan ayının ilk cuma
günü, kandilleri yakan kandilcinin ihmali, kutsal emanetlerin korunduğu sahndaki
kubbeli oda hariç, mescidin tamamen yanmasına sebep olmuştu. Abbasîler'den
el-Mu'tasım, 655 (1257) yılı hac mevsiminde ustalar ve malzeme göndererek
mescitin yeniden inşa edilmesini sağladı. Yemen Meliki Muzaffer ve Mısır Meliki
Nureddin Ali İbn Mu'iz'in de iştirak ettiği bu çalışmalarla hücre-i nebeviye ve
duvarların bir kısmı yeniden yapılmıştı. Melik Muzaffer, Yemen'de yaptırdığı
sanat değeri çok yüksek bir minberi de Mescite yerleştirmişti. Ancak, imar işi
tamamlanamamıştı. 685 (1295)'de Baybars, yarım kalan inşaatı tamamladı ve küçük
bulduğu Melik Muzaffer'in minberini kaldırarak yerine, Mısır'dan getirttiği daha
büyük ve sanat bakımından daha zarif bir minberi yerleştirdi. 886 (1481)
Ramazanının 13. günü minarelerden birine isabet eden yıldırım, mescitin yanarak,
duvarlarının yıkılmasına sebep oldu. Minber, mushaflar ve kitapların tamamı
yandı. Ravza-ı Mutahhara ve sahndaki kubbeli oda bu yangından zarar görmemişti.



Mısır Memlûk Sultanı Eşref Kaytabay, Emir
Sankar el-Cemalî'yi kalabalık bir usta kafilesiyle Medine'ye gönderdi.



Mescit biraz genişletilerek duvarlar ve
minberler yeniden inşa edildi. Mihrabı da biraz genişleterek, üzerini,
çevresindeki direklerin başlıklarına oturtulan bir Kubbe ile kapadılar. Ravza-ı
Mutahhara'nın duvarları üzerine de bir kubbe oturttular. Bunun üzerini de
sütunların taşıdığı diğer bir kubbe ile kapadılar. Sonra, Ravza-ı Mutahhara ile
kıble duvarı arasına, etrafını üç küçük kubbenin çevrelediği büyük bir kubbe
yapıldı. Yapılan diğer bazı kubbelerle de mescitin bir kısmı örtülmüş oldu.
Yeniden yapılan mihrap, renkli mermerler ile süslendi. Rahmet kapısının yanında
Medrese-i Mahmudiye adıyla anılan bir medrese inşa edildi. Kaytabay, yapılan bu
işler için yüzyirmibin dinar tahsis etmişti.



Osmanlılar döneminde Mescid-i Nebevî'nin
bakımı titizlikle yerine getirilmiş ve tezyin edilmiştir. I. Mahmud, Ravza-ı
Mutahhara'nın üzerinde bulunan kubbeyi yenileyerek, koyu yeşile boyadı. Bundan
dolayı bu kubbe, Kubbetu'l-Hadra (yeşil kubbe) adıyla anılır. Mısır valisi
Mehmed Ali Paşa da Mescid-i Nebevi'de birtakım restorasyon çalışmaları
yapmıştır. Mescit, Abdulmecid tarafından yeniden inşa edilmiştir. Abdulmecid'in
bu iş için seçtiği ustalar, Akik vadisinde bulunan Hedab denilen kayadan
sütunlar ve taşlar kestiler. Mesciti parça parça inşa etmeye başladılar. Yani
bir kısmını yıkıyor, yerini hemen yapıyorlardı. 1849-1861 yılları arasında on
iki şene süren inşa çalışmaları ile mescit yeni baştan inşa edildi.



Mayıs 1953'te başlatılan diğer bir çalışma
ile, ön kısmı hariç yeni baştan inşa edilerek bugünkü hale getirildi. İlk imar
edildiğinde yaklaşık 2475 m. kare büyüklüğünde olan Mescid-i Nebî, tarih boyu
süren çeşitli inşa faaliyetleri sonunda 12271 m. kare genişliğe ulaşmıştır.
Bugün ise yeniden büyük genişletme çalışmalarıyla bu alan birkaç katına
çıkarılacak şekilde büyütülmüş bulunmaktadır.



Mescid-i Nebevî'nin Fazileti


Mescid-i Nebevi, Mescid-i Haram ve Mescid-i
Aksa'dan sonra, yeryüzündeki mescitlerin en faziletlisidir. Bu konuda Resulullah
(s.a.s)'den bir çok hadis varit olmuştur.



Mescid-i Nebî'de, bir bölüm vardı ki,
Resulullah (s.a.s) burayı Cennet bahçelerinden bir bahçe olarak nitelemiştir.
Ayrıca minberini de aynı şekilde vasıflandırmıştır.



Bir hadiste şöyle denilmektedir:



"Resulullah, bir hurma kütüğüne yaslanarak
hutbe okurdu. Ashabdan biri şöyle dedi: "Ya Resulullah! Senin için bir şey
yapalım ki, cuma günü üzerine çıktığın zaman insanlar sizi görsün ve hutbenizi
duyabilsinler" dedi. Bunun üzerine Resulullah; "olur" dedi. Üç basamaklı bir
minber yapıldı. Daha önce yaslanıp hutbe okuduğu kütüğü geçince, kütükten on
aylık gebe devenin inlemesi gibi iniltiler gelmeye başladı. Resulullah onu
eliyle meshetti ve ses kesildi (Buhârî, Cuma, 26; Nesaî, Cuma, 17; İbn Mâce,
İkame, 199; İbn Sa'd, a.g.e.,I, 239-254).



Resulullah (s.a.s), bu minberin üzerine
çıktığı zaman şöyle demişti:



"Evimle minberimin arası Cennet
bahçelerinden bir bahçedir ve minberim de Cennet bahçelerinin üzerindedir (Ahmed
b. Hanbel, II, 36, 450, 534; V, 41). Diğer bir hadis de; "Evimle minberimin
arası, Cennet bahçelerinden bir bahçedir ve minberim havzımın üzerindedir"
(Ahmed b. Hanbel, II, 236) şeklindedir.



Minber hakkındaki başka bir hadis-i şerifte
de şöyle buyurulmaktadır: "Minberimin ayakları Cennet üzerindedir" (Ahmed, b.
Hanbel, VI 289, 292, 318; Nesaî, Mesâcid, 8).



Bu hadisler, Mescid-i Nebevî'nin,
Resulullah'ın minberi de dahil olmak üzere, minberi ile evi arasında kalan
bölümün Cennet bahçelerinden birisi hükmünde olduğunu teyit ederek ortaya
koymaktadır. Buna göre, burada bilinçli bir şekilde bulunan, namaz kılan veya
başka bir ibadetde bulunan, yaptığı şeyleri Cennet bahçelerinden birinde yapmış
gibidir.



Yeryüzünde namaz kılmak ve ziyaret etmek
maksadıyla yolculuğa çıkılabilecek üç mescitten birisi Mescidi Nebî'dir. Bir
hadis-i şerifinde Resulullah (s.a.s) şöyle buyurmaktadır: "Üç mescitten başka
bir yere (ibadet etmek için) özel olarak yolculuk yapılmaz: Mescid-i Horam,
Mescid-i Aksa ve Benim mescidim" (Buharî, Fedâilü's-Salat, 1, 6).



Mescid-i Nebî'de kılınan namaz, diğer
mescitlerde kılınan namazlardan çok daha faziletlidir. Sa'd ibn Ebi Vakkas
(r.a)'dan Resulullah (s.a.s)'ın şöyle söylediği rivayet edilmektedir: Mescitimde
namaz, Mescid-i Haram hariç, diğer mescitlerde kılınan bin rekât namazdan daha
hayırlıdır" (Ahmed b. Hanbel, I,184); Başka bir rivayette "daha faziletlidir"
(Hanbel, I, 16; Nesai, Mescid,4) buyrulur.



Bunun içindir ki, hac farizasını ifa etmek
için bu topraklara yönelen insanlar, bir müddet Medine'de kalarak Mescid-i
Nebî'de ibadet etmenin güzelliklerinden faydalanmaya çalışırlar.



Namazın dışında, diğer hayırlı ameller için
de Mescid-i Nebevî üstün bir mahaldir. Orada yapılan her ibadet kat kat
fazlasıyla mükafatlandırılır. Bunun böyle olduğunu vurgulamak için Resulullah
(s.a.s) bir hadisinde, Allah yolunda cihat ile kıyas yaparak şöyle
buyurmaktadır: Mescitime bir hayrı öğrenmek veya öğretmek için gelen, Allah
yolunda cihat eden kimse gibidir. Bunun dışında gelen, başkasının kazancını
seyreden kimseye benzer" (Ahmed b. Hanbel, II, 418).



Resulullah (s.a.s), Mescid-i Haram ve
Mescid-i Aksa yanında kendi mescidinin konumunu bildirmek maksadıyla şöyle
demiştir: Ben peygamberlerin sonuncusuyum. Mescitim de mescitlerin sonuncusudur"
(Nesaî, Mesâcid, 7). Bu hadisler, zikredilen bu üç mescitin dışında inşa
edilecek hiç bir mescitin, diğerlerinden farkı olmadığını ve fazilet bakımından
birbirine denk olduğunu da ortaya koymaktadır.






Resulullah (s.a.s), Medine'ye hicret ettiği
zaman, burada Mekke'deki gibi bir devlet yoktu. İki büyük Arap kabilesi olan Evs
ve Hazrec'den başka, varlıklarını bu kabileleri birbirine karşı çatıştırarak
sürdüren Benu Kaynuka, Benu Nadr ve Benu Kureyza adlarında üç yahudi kabilesi
bulunmaktaydı. Ayrıca bu yahudi kabileleri arasında da bir birlik yoktu. Bu
anarşi ortamı herkesi bıktırmış olduğu için, bütün kabileler Abdullah İbn
Ubeyy'in Medine'de Kral ilân edilerek bir devlet otoritesinin kurulması yolunda
bir karar üzerinde anlaşmalarını sağlamıştı. Hatta bunun için bir krallık
tacının yapılması için de sipariş bile verilmişti. Ancak henüz devlet teşekkül
etmiş değildi. Bu durum Resulullah'ın işini kolaylaştırıyordu. O, ilk iş olarak,
yahudiler ve diğer müşrik Araplar da dahil herkesi toplayarak hazırladığı
anayasa çerçevesinde bir devlet kurulmasını sağlama yoluna gitti. Elli iki
maddeden oluşan anayasa, herkesin hak ve sorumluluklarını belirtirken aynı
zamanda idarenin müslümanların elinde olmasını öngörüyordu (bu anayasanın
maddeleri için bk. Muhammed Hamidullah, İslâm Peygamberi, İstanbul 1980, I, 220
vd.).



Medine'de müslüman nüfus azınlıkta olmasına
rağmen, kurulan devlet bir İslâm devleti niteliğinde olup, bunun tabii başkanı
da Resulullah (s.a.s)'dir. Daha önce Medine'de bir devlet yapısının olmayışı,
Resulullah (s.a.s)'ın İslâm devletini kurup hiç kimse ile bir çatışmaya girmeden
onu istediği gibi teşkilatlandırmasını kolaylaştırmıştı. Ancak İslâm devletinin
kurulmasıyla krallığı suya düşen Abdullah İbn Ubeyy zahiren iman etmiş
gözükerek, Medine İslâm devletini sabote etmek için var gücüyle çalışıyordu.
Münafıkların lideri konumunda bulunan İbn Ubeyy, Medine dönemi boyunca,
müslümanları sıkıntıya sokan etkili nifak hareketlerinin tezgâhlanmasında
oldukça büyük rol oynamıştır.



Mekke'den her şeylerini terkederek Allah
yolunda hicret eden muhacirlerin Medine'deki yaşayışlarını kolaylaştırmak ve
sosyal hayata adapte etmek için Resulullah (s.a.s), her bir muhaciri bir Ensarla
kardeş ilân etmiş ve bu kardeşlik birbirine mirasçı olmak kadar ileri
götürülmüştü. Bu olay tarihe "Muahat" * adıyla geçmiş ve Ensar'ın Allah yolunda,
din kardeşleri için hiç tereddüt etmeden ne kadar büyük fedakârlıklarda
bulunduklarını ortaya koymuştur.



Artık, Mekke'de sadece bir cemaat
statüsünde olan müslümanlar Medine'ye hicretle devletlerini kurmuş, bu da
İslâm'ın tebliğ stratejisinde önemli değişiklikleri beraberinde getirmişti.
Mekke döneminde savaş ferdi olaylara itiraz edilmemekle birlikte genel anlamda
yasaklanmıştı. Bu dönemin tabiatı bunu gerektirdiği için Allah Tealâ, onca
işkence ve saldırılara rağmen müşriklere karşı silahla karşılık verilmesine izin
vermemişti.



İkinci Akabe Bey atının peşinden, Ensar'dan
Abbas ibn Ubade; "Ya Resulullah, izin ver sana eziyet eden müşrikleri kılıçtan
geçirelim" dediğinde Resulullah (s.a.s): Henüz bununla emrolunmadık,
arkadaşlarınızın yanına dönün" buyurmuştu (Ahmet b. Hanbel, III, 462).



Hicretle birlikte, devletin kurulmasından
hemen sonra, Allah Teâlâ inananlara İ'lay-ı Kelimetullah için kıyamete kadar
sürecek cihatın kapısını açıyordu: "Zulme uğratılarak kendilerine savaş açılan
kimselerin karşı koyup savaşmasına izin verilmiştir. Allah onlara yardım etmeye
elbette kadirdir" (el-Hac, 22/39).

Mekkeli müşrikler, hicretten sonra,
kendileri açısından durumun vahametini anladıkları için Medineliler'den,
Resulullah (s.a.s)'i öldürmeleri, en azından Medine'den sürmelerini
istiyorlardı. Bu yapılmadığı takdirde Medine'yi işgal edecekleri tehditlerini
savuruyorlardı. Resulullah (s.a.s), Medine'deki küçük müslüman toplumu
teşkilatlandırmaya gayret gösterirken, sınırları tespit edilmiş ve henüz bir
şehir devleti niteliğindeki bölgenin dışında kalan gayrimüslim kabilelerle
ittifak veya saldırmazlık antlaşmaları yaparak dışardan gelebilecek bir
tehlikeyi karşılayacak bir ortam hazırlamaya çalışıyordu. Ancak burada önemli
olan husus, müslümanlar, planlarını savunmaya değil, İslâm tebliğinin aktif
olarak diğer insanlara da ulaştırılması üzerinde yapıldığıdır. Bunun için askerî
gücün kaçınılmazlığı açıktır. Bundan dolayıdır ki Hicret, sadece Mekkeli
müslümanların Medine'ye intikali ile sınırlı tutulmamış, nerede olursa olsun
iman eden herkesin Medine'ye hicreti farz kılınmıştır. Mekke'nin fethine kadar
geçerli kalan bu hüküm, Mekke'nin fethiyle artık gerek kalmadığı için
kaldırılmıştır.



Resulullah (s.a.s), siyasî, sosyal ve
cihatla alakalı inen ayetleri, Mescid-i Nebi'de ashabına öğretiyor, ayrıca
Mescid-i Nebi'ye eklenen ve İslâm öğretiminin ilk üniversitesi mahiyetiniz olan
Suffa'da yetişmiş ashabın katılımıyla bu eğitim faaliyetleri bütün müslümanları
kapsayacak şekilde yerine getiriliyordu.



Bu teşkilatlanma ve eğitim çalışmaları
yanında İslâm devletinin en önemli düşmanı olan Mekkeli müşrik güçlere karşı
silahlı bir faaliyetin hazırlıkları da yapılıyordu. Resulullah (s.a.s),
Hicretten yedi ay sonra, Mekkeli müşriklere ait ve başında Ebu Cehil'in
bulunduğu bir ticaret kervanını vurmak için Hz. Hamza komutasında otuz kişilik
bir birliği Medine'den yola çıkardı. Ancak her iki tarafın da müttefiği olan
Mecdi b. Amr'ın araya girmesiyle, savaş pozisyonu alan kuvvetler savaşmadan
ayrılmışlardı.



Bu olaydan bir ay sonra, altmış kişilik bir
kuvveti Ubeyde b. el-Haris komutasında yine Mekke kervanının yolunu kesmek için
göndermişti. Seniyyetül-Murre mevkiinde karşılaşan kuvvetler arasında yine ciddi
bir çatışma meydana gelmemişti. Bununla birlikte, Mekke müşrikleri ile
müslümanlar arasında tam bir savaş hali yaşanıyordu. Bunun için, bu kervanlara
yapılan saldırılar, basit birer yol kesme hareketi değildi. Müşriklere ait
ticaret kervanlarının İslâm devletinin nüfuz bölgelerinden geçmesi engellenerek,
savaş halinde bulunan güçlerin ekonomilerinin çökertilmesi hedefleniyordu.
Ayrıca bu küçük çaplı askerî operasyonlarla müslümanların savaş yeteneklerinin
geliştirilmesi ve tecrübe kazanmalarını sağlayarak, ilerdeki büyük savaşlar için
İslâm ordusunun alt yapısı oluşturulmaya çalışılıyordu.



Hicrî birinci senenin sonunda Sa'd b. Ebi
Vakkas komutan tayin edilerek, yirmi kişilik bir kuvvetle el-Harrar bölgesine
gönderilmişti. Ancak, Mekke kervanı bir gün önceden burayı terkettiği için yine
bir çatışma olmadan Medineye dönülmüştü.



Hicrî ikinci senenin Şevval ayında, ikiyüz
kişilik bir kuvvetle Resulullah (s.a.s)'ın bizzat askerî sefere çıktığı
görülmektedir. Bedir yakınlarındaki Vaddan bölgesine kadar giden Resulullah
(s.a.s), bu bölgede oturan Benu Damra kabilesi ile bir saldırmazlık antlaşması
yapmıştı. Bundan bir ay sonra Resulullah (s.a.s), ikiyüz kişilik bir kuvvetle
Medine'nin kuzey batı tarafında bulunan Buvat bölgesine gitti. Mekke
kervanlarını sıkı bir takibe alan Resulullah (s.a.s), çıktığı seferler esnasında
bir takım kabilelerle. antlaşmalar akdediyor ve Medine etrafındaki kabileleri
Mekkeli müşriklere karşı kendi tarafına alıyordu.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
https://bilir.forum.st
ExaLTeD_Gs
Administratör
Administratör
ExaLTeD_Gs


Erkek Mesaj Sayısı : 2513
Yaş : 32
Nerden : Alemden
İş/Hobiler : Bilişim
<FONT color=orange><B><center>Ka :
Hz.Muhammed(S.A.V) Left_bar_bleue75 / 10075 / 100Hz.Muhammed(S.A.V) Right_bar_bleue

Kayıt tarihi : 19/05/08

Hz.Muhammed(S.A.V) Empty
MesajKonu: Geri: Hz.Muhammed(S.A.V)   Hz.Muhammed(S.A.V) Icon_minitime1Salı Kas. 25, 2008 5:53 pm

Bu arada, Şam ticaret yolunun müslümanlar
tarafından kontrol altına alınması Mekke müşriklerinin tedirginliğini oldukça
artırmıştı. Hicri ikinci yılın Cemaziyel-Ahir ayında, Kurz b. Cabir'in
komutasındaki Mekkeli bir birlik Medine'nin dış mahallelerine baskın düzenlemiş
ve buraları yağmalamıştı. Medine'ye henüz dönmüş bulunan Resulullah (s.a.s), bu
Mekkeli birliği yakalamak için peşlerine düştüyse de, kaçıp gittiklerinden
onlara yetişmesi mümkün olmamıştı. Bu olay müslümanlar için üzüntü verici
olmuştu. Bunun üzerine Mekke'den bir kervanın yola çıktığı haberi alınınca
Resulullah (s.a.s), hemen Medine'nin güney batı tarafında bulunan Benu Damra
arazisine doğru yola çıktı. Burada Müdlic kabilesine mensup olup, hicret
esnasında Resulullah (s.a.s)'i yakalamak isteyen, ancak sonra iman eden Suraka
Resulullah (s.a.s)'i kabile mensupları ile birlikte büyük bir coşku ile
karşılamıştı. Suraka'nın müslümanları ağırlaması esnasında Mekke kervanı savuşup
gitmişti. Bu sefer esnasında savaşçıların sayısı yüz elli kişi kadardı.



Suriye'ye giden kervanın yolunun
kesilmesini sağlamak için Resulullah (s.a.s) iki kişiyi istihbarat maksadı ile
Suriye'ye göndermişti. Ayrıca oniki kişilik bir birliği Abdullah b. Cahş
komutasında, Mekke devletinin müslümanlar hakkında tasarladıkları planları
öğrenmek için tehlikeli bi r görevle -Mekke'nin güneyinde,. Mekke ile Taif
arasında bir yer olan Nahle mevkiine gönderdi. Bu birliğin gittiği yerin
gizliliğini muhafaza için görevlerini bildiren mühürlü talimatın iki gün yol
alındıktan sonra açılması emredilmişti. Bu birlik Nahle bölgesine geldiğinde
Mekkelilere ait üzüm ve deri yüklü bir kervanla karşılaştı. Görevi sadece haber
toplamak olan birliğin komutanı Abdullah İbn Cahş, bu kervana saldırı emri
vermiş sonuçta bir müşrik öldürülmüş, iki esir alınmış ve kervandaki mallara
ganimet olarak el konmuştu. İslâm devletine ait askerî birlikler düşmanla ilk
defa ciddi bir çatışmaya girmiş oluyordu.



Şam tarafına gitmiş olan kervanın dönüşte
ele geçirilmesi için hazırlıklara girişildi. Bu kervanın yakalanması çok
önemliydi. Çünkü Mekkeli müşrikler, Medine'de gün geçtikçe güçlenen İslâm
devletine nihai darbeyi vurup ortadan kaldırmak için gerekli olan finansı
sağlamak gayesiyle Ebu Süfyanın liderliğinde bu büyük kervanı Suriye'ye
göndermişlerdi. Bu kervanın dönüş haberi Medine'ye ulaşınca Resulullah (s:a.s),
Ebu Lübabe'yi Medine'de vekil bırakarak, Hicri ikinci yılın Ramazan ayında üçyüz
kişiden oluşan ashabıyla birlikte yola çıktı. Bunu öğrenen Ebu Süfyan, kervanı
kurtarmak için güzergah değiştirirken, aynı zamanda durumu Mekke'ye bildirerek
acilen yardım yetiştirilmesini istemişti.

Böyle bir fırsatı kaçırmak istemeyen Ebu
Cehil Mekke'de dolaşarak halkı galeyana getirmeye çalışıyordu. O, topladığı bin
kişilik kuvvetin başına geçerek Medine'ye doğru yola çıkmıştı. İslâm ordusu
Zefiran denilen yere geldiğinde, Mekkeliler'in kalabalık bir ordu ile yola
çıktıkları haberi Peygamber'e ulaşmıştı. Diğer taraftan Ebu Süfyan kervanı
kurtarmış ve tehlikeyi atlattığını yola çıkmış bulunan Mekke ordusuna
bildirmişti. Ancak Ebu Cehil, yakaladığı bu fırsatı değerlendirmek için yoluna
devam etti. Ashabıyla bir durum değerlendirmesi yapan Resulullah (s.a.s),
onların Allah yolunda savaşmadaki kararlılıklarını görünce kendi ordusundan üç
kat daha kalabalık müşrik güçlerle savaş kararı alınarak yola devam edildi.
Bedir mevkiine gelindiğinde, vaziyet almış durumdaki düşman ordusuna karşı
mevzilendi.



Bu savaş İslâm'ın kaderini belirleyecek bir
mahiyet arzetmekte idi. Bu savaş ya kazanılacaktı veya üç yüz kahraman mücahitle
birlikte İslâm risaleti tarihe karışacaktı. Durumun ciddiyetini, Resulullah
(s.a.s)'in Rabbine yaptığı şu tazarru açıkca ortaya koymaktadır: "Allah'ım,
vadettiğin yardımını bugün lütfet. Ey Rabbim, bugün şu küçük ordu yok olup
giderse yeryüzünde sana kulluk eden kimse kalmayacak".



Allah Tealâ bu esnada mü'minlere zaferi
müjdeleyen şu ayeti vahyediyordu:



"Bütün bu toplananlar (müşrikler) hezimete
uğrayacak ve arkalarına dönüp kaçacaklardır" (el-Kalem, 68/45).



17 Ramazan günü (13 Mart 624) yapılan
savaşta Allah Teâlâ'nın vadi gerçekleşmiş ve düşman ordusu büyük bir hezimete
uğratılmıştı. Ebu Cehil ve diğer bir grup ileri gelen müşrikler de dahil yetmiş
müşrik öldürülmüş, çok sayıda da esir alınmıştı. İslâm ordusunun verdiği şehit
sayısı ise on dört kişiydi (bk. Bedir Gazvesi).



Bedir savaşı, Medine İslâm devletinin
temellerini sağlamlaştırmış, inananlara büyük moral gücü kazandırmıştı. Artık bu
savaşla hak batıla üstün gelmiş, küfrün, şirkin ve putperestliğin yeryüzünden
silinip atılması için İslâm cihatı meşalesi tutuşturulmuştu.



Bedir'den Medine'ye dönüldüğü zaman,
İslâm'a duydukları düşmanlıktan dolayı içlerini kemiren ve müslümanların
kazandığı bu büyük zaferi hazmedemeyen ve kahrolan yahudiler, düşmanlıklarını
açığa vurmaya ve değişik yollarla müslümanlara sataşmaya başlamışlardı.



İffetsiz bir kadın şair olan Asma binti
Mervân ile Ebu Afek adındaki yahudi şairler, İslâma karşı haddi aştıkları için
öldürülmüşlerdi. Yahudi kabileler içinde düşmanlıklarını ilk önce açığa vuran
Kaynuka yahudileri, Bedir zaferini küçümsüyor, sebebini, Mekkeli arapların savaş
bilmemelerine bağlayıp; "bizimle karşılaşsalar da savaş nasıl olurmuş görseler"
diyerek müslümanları hafife alıyorlardı.



Bir müslüman kadının yahudiler tarafından
saldırıya uğraması üzerine çıkan olaydan sonra Resulullah (s.a.s),
Kaynukaoğullarına savaş ilân etti. Müslümanlara karşı büyüklenen bu yahudi
kabile, tıynetlerindeki korkaklıklarından, sarfettikleri sözleri unutup
kalelerine kapanmaktan başka ça! re bulamadılar. Müslümanlarla çatışma
cesaretini gösteremeyen Kaynukaoğulları teslim olmaları üzerine Medine'den
sürülüp çıkarıldılar (bk. ; Kaynukaoğulları).



Gelişen olaylar çerçevesinde Allah Teâlâ,
sosyal, iktisadî, siyasî konulardaki ayetlerini, hikmetine binaen bir nüzul
sebebi çerçevesinde gönderirken, İslâm savaş hukukuna dair teşrii de oluşmaya
başlamıştı. İslâm, canlı bir hayat dini olduğu için, inen hükümler hemen toplum
hayatına yansıtılıyor ve müslümanlar tarafından hazmedilerek, yaşayışlarını
onlara göre düzene koyuyorlardı. İslâm tebliğinin Mekke safhası, nasıl ki
kıyamete kadar sürecek tevhid mücadelesinde insanlara örnek teşkil etsin diye
Allah tarafından o seçkin topluluğa yaşatılmışsa, Medine dönemi de, kıyamete
kadar müslümanların ferdi yaşayışlarından devlet düzenine kadar her şeyleri için
örnek olsun diye, yine o seçkin sahabeler topluluğuna yaşatılmakta idi.



Bedir savaşından sonra Resulullah, Mekke
müşrikleriyle müttefik konumundaki müşrik kabilelere karşı akınlara girişmişti.
Bedir'de müslümanların elde ettiği zafer ve Kaynukaoğullarının ihanetlerine
karşılık sürülmeleri, geri kalan yahudileri çileden çıkarmıştı. Bütün
peygamberlere ihanet eden bu kavim, Resulullah (s.a.s).ile yaptığı antlaşmaya
aykırı olarak Mekke müşrikleriyle gizliden gizliye komplolar hazırlamaya
girişti. Yahudi liderlerinden şair Ka'b b. Eşref, Bedir zaferini duyduğu zaman
üzüntüsünden;



"Bugün yerin altı üstünden yeğdir"
demiştir. Bu adam Mekke'ye gidiyor ve Bedrin intikamını almaları için onları
harekete geçirmeye çalışıyor, yahudilerin kendilerine yardım yapacağına dair
taahhütlerde bulunuyordu. Düşmanlıkta alenî davranan ve ileri giden bu yahudi
öldürülerek fesatı engellenmişti.



Bedir mağlubiyetini bir türlü hazmedemeyen
ve öfkeden çılgına dönen müşrikler, intikam almak için hemen hazırlıklara
girişmişlerdi. Bedir öncesi, Ebu Süfyan'ın Mekke'ye ulaştırdığı kervandan herkes
sadece sermayelerini almış, kervanın 250.000 dirhem tutarındaki toplam kârı ordu
teşkilinde harcanmak için ayrılmıştı. Mekke dışındaki bir çok kabileye heyetler
gönderilerek para karşılığında asker toplama yoluna gidildi. Ordunun mümkün
olduğu kadar büyük ve kalabalık olması gerekiyordu. Zira Medine'ye doğru yürüme
cesaretini ancak bununla kendilerinde bulabilirlerdi
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
https://bilir.forum.st
ExaLTeD_Gs
Administratör
Administratör
ExaLTeD_Gs


Erkek Mesaj Sayısı : 2513
Yaş : 32
Nerden : Alemden
İş/Hobiler : Bilişim
<FONT color=orange><B><center>Ka :
Hz.Muhammed(S.A.V) Left_bar_bleue75 / 10075 / 100Hz.Muhammed(S.A.V) Right_bar_bleue

Kayıt tarihi : 19/05/08

Hz.Muhammed(S.A.V) Empty
MesajKonu: Geri: Hz.Muhammed(S.A.V)   Hz.Muhammed(S.A.V) Icon_minitime1Salı Kas. 25, 2008 5:54 pm

BEDİR GAZVESİ



İslâm devletinin Medine'de kurulmasından
sonra müslümanlarla müşrikler arasında meydana gelen ilk savaş. Bu savaşa,
yapıldığı kasabanın adıyla anılarak, Bedir Gazvesi denilmiştir.



Bedir kasabası Medine'nin 120 km. kadar
güneybatısında ve Kızıl Deniz sahiline 20 km. uzaklıktadır. Bedir, Mekke'den
gelip Medine'den geçerek Suriye'ye kadar uzanan yol üzerinde olup, Mekke-Medine
arasındaki konak yerlerinden biri idi. Bedir halkı kasabalarına uğrayan ticaret
kervanlarına verdikleri hizmetler karşılığında elde ettikleri kazançlarla
geçinirlerdi. Ayrıca her yıl Zilkade ayında burada kurulan bir panayır kasaba
halkına önemli gelir sağlardı. Bedir kasabasının İslâm savaş tarihinde önemli
bir mevkii vardır. Hz. Peygamber (s.a.s.) müşriklerle çarpışmak üzere buraya üç
defa gelmişti. Birincisine ilk Bedir Gazvesi adı verilir. Savaşa henüz izin
verilmediği dönemlerde Mekkeli müşrikler müslümanlara saldırılarına devam
ediyorlardı. Fakat hicretin altıncı ayından sonra cihat izni verilince artık
müslümanlar kendilerini ve İslâm devletini koruma imkânı bulmuşlardı. Bir ara
müşrikler o sırada henüz müslüman olmamış olan Kürz b. Câbir'in kumandası
altında bir askerî birlik gönderip Medine'nin çevresine saldırtmışlardı. Kürz ve
yanındaki müşrikler Medine'nin güneyinde Cemmâ denilen yere gelip müslümanların
sürülerine saldırmış ve yağmalamışlardı. Bunun üzerine Resulullah (s.a.s.)
Medine'de Zeyd b. Hârise'yi devlet başkanlığına vekil tayin edip bir grup
müslümanla Sefevan vadisine kadar ilerledi. Kürz ve adamlarını takip eden Hz.
Peygamber, müşriklerin izlerine rastlamayıp Medine'ye geri döndü. Bu gazveye ilk
Bedir Gazvesi adı verilir. Peygamber, hicretin ikinci yılında Rabîü'l-evvel (623
Eylül) ay'ı başlarında bu sefere çıkmıştı.



Müslümanların her şeylerini Mekke'de
bırakıp Medine'ye hicret etmeleri müşriklerin İslâm'a ve müslümanlara olan
kinlerini dindirmemişti. Hatta müslümanların Medine'de devletlerini kurup
yerleşmeleri Mekkeliler'e çok ağır gelmişti. Müşrikler İslâm'ın bu başarısını
hazmedemeyip mutlaka durdurmak için yollar aramağa başladılar. Hicretten önce
Abdullah b. Übey b. Selül adındaki kabîle reisi Medine'de taç giyip kral olmak
üzere idi. Fakat akrabalarının ve destekçilerinin büyük bir kısmı müslüman olup
Hz. Peygamber (s.a.s.)'i şehirlerine davet edince, artık burada bir Arap devleti
değil İslâm devleti kurulmuştu. Bunu bir türlü içine sindiremeyen Abdullah b.
Übey, etrafındaki bazı adamlarıyla birlikte İslâm'a girdiklerini söylemişlerse
de asla içten iman etmemiş, münafıklıklarını sürdürmüşlerdi. Bunu fırsat bilen
Mekkeli müşrikler eski dostları olan İbn Übey'e bir mektup yazarak şöyle
demişlerdi: "Siz bizimkileri barındırdınız. Ya siz Muhammed'i öldürür veya
yurdunuzdan çıkarırsınız; yahut biz hepimiz toptan gelip üzerinize saldırır
erkeklerinizi öldürür kadınlarınızı esir alırız."



Hz. Peygamber ve arkadaşlarının Medine'ye
gelmeleriyle krallığı engellenen Abdullah b. Übey, etrafındaki münafıklarla
İslâm'ı içten yıkmağa çalışıyordu. Onun gayesi gayet açık idi. Krallık isteyen
bir adam İslâm devletinde ve Peygamber'in başkanlığında barınamazdı. Münafıklar,
dünya ve dünya çıkarlarının peşine takılmış müşriklerle işbirliği yaparak,
İslâm'ın Medine'deki hâkimiyet ve devletini yıkmağa çalışıyordu.



Müslümanlar, müşriklerle münafıkların
kurdukları bu işbirliğini haber aldılar. Mekkelilerin gönderdiği bu mektup
onların ve Medine'deki münafıkların gayelerini gayet açık bir şekilde ortaya
koyuyordu.



O bakımdan, müslümanlar çok dikkatli
idiler. Bu düşmanlardan gelebilecek saldırıya hazırdılar. Resulullah ilk tedbir
olarak, Medine-i Münevvere çevresine küçük müfrezeler gönderdi. Bu müfrezeler,
Kureyş'in ticaret kervanına engel oluyor ve Medine çevresindeki kabîlelerle
barış anlaşmaları yapıp, Medine-i Münevvere'nin güvenliğini sağlıyordu.



Hamza b. Abdülmuttalib, Ubeyde b. Hâris ve
Sa'ad İbn Ebi Vakkas (r. an.) gibi ileri gelen sahabiler, bu müfrezelerin
başında görev yapmışlardı. Bunlar kan dökmemeğe dikkat ediyorlardı. Yalnız
Abdullah b. Cahş (r.a.) müfrezesi Bedir'den önce düşmanla çarpışan ilk İslâm
seriyyesidir. Bu hadisenin savaşılması haram aylardan Recep ayının son gecesinde
olması, müşriklerin dedikodusuna sebep oldu. Bu olay üzerine, haram aylarda
savaşmak hakkında aâyetler nazil oldu. Bu ayetlerde, müslümanlara, cihat izninin
verileceğine dair müjdeler vardı. Ve hemen ardından da savaşa izin veren ayetler
geldi.



"Kendileriyle savaşılan (mü'min)lere izin
verildi. Çünkü onlara zulmedilmiştir. Ve Şüphesiz Allah, onlara yardım etmeğe
kadirdir. " (el-Hacc, 22/39).



"Ey inananlar, korunma tedbirleri alın;
bölük bölük veya hep birlikte savaşa gidin." (en-Nisâ, 4/71).



"(Yeryüzünde) hiçbir kötülük kalmayıncaya
ve din tamamen Allah'ın oluncaya kadar onlarla savaşın. Eğer vazgeçerlerse
muhakkak Allah, ne yaptıklarını görmektedir. " (el-Enfâl, 8/39)



Bu ayetler, müslümanları, müşriklerden
yıllarca gördükleri işkencelere karşı intikam almaya teşvik ediyor; zalimlerden,
Allah'ın hâkimiyetini gasba yeltenmiş müstekbirlerden bu hâkimiyetin alınarak
Allah'a iade edilmesini ve hükmün Allah'a ait olduğunun onlara gösterilmesini
istiyordu. Bunun için de müslümanların gerekli tedbirler alarak ve korunarak
savaşmalarını istiyordu. Bu ayetlerdeki istek elbette Cenâb-ı Hakk'a aitti. Eğer
insanlara ve Resule ait olsaydı zaten onlar yıllarca önce savaşmak ve zulme
isyan etmek istemişlerdi. Ancak, zulme isyan Allah'ın ölçülerine ve rızasına
uygun yapılmalı ve bir zulüm kaldırılırken yerine başka bir zulüm ikame
edilmemeliydi. İşte Medine'deki İslâm toplumu bunu anlıyordu. Müslümanlar işte
bunun için müşriklerle savaşmayı göze almışlardı.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
https://bilir.forum.st
ExaLTeD_Gs
Administratör
Administratör
ExaLTeD_Gs


Erkek Mesaj Sayısı : 2513
Yaş : 32
Nerden : Alemden
İş/Hobiler : Bilişim
<FONT color=orange><B><center>Ka :
Hz.Muhammed(S.A.V) Left_bar_bleue75 / 10075 / 100Hz.Muhammed(S.A.V) Right_bar_bleue

Kayıt tarihi : 19/05/08

Hz.Muhammed(S.A.V) Empty
MesajKonu: Geri: Hz.Muhammed(S.A.V)   Hz.Muhammed(S.A.V) Icon_minitime1Salı Kas. 25, 2008 5:54 pm

Mekkeli müşrikler defalarca müslümanları
tehdit edip, onlara Medine-i Münevvere yakınlarına kadar gönderdikleri çapulcu
birlikleri eliyle zararlar veriyorlardı. Son zamanlarda Ebû Süfyân'ın da
ortaklığıyla oluşturulan bir kervan Suriye'den mallar getirecek ve bununla
müslümanlara son ve kesin darbe indirilecekti. Bunu haber alan Resulullah
(s.a.s.), durumu ashabıyla istişare etti. Bu kervanın Mekke'ye ulaşmasına engel
olunması kararı alındı. Bu kararın uygulanması aşamasına gelindiğinde Ebu Süfyan
durumdan haberdar oldu ve Damdam b. Amr el-Gifârî'yi Mekke'ye göndererek
Kureyş'ten yardım istedi.



Ebu Cehil bu fırsatı kaçırmak
istemediğinden Kâbe'ye koştu. Müşrikleri müslümanlara karşı savaşa teşvik etti.
Tellâllar çıkararak Mekke sokaklarında bağırttı. Eli silâh tutan herkes bu
müşrik ve putperest orduya katıldı. Hatta Resulullah'ın müşrik olan amcası Ebu
Leheb, kendisi gidemeyecek kadar hasta olduğu için yerine ücretle bir kiralık
asker gönderdi.



Resulullah hicretin ikinci yılı Ramazan
ayının sekizinci günü Abdullah İbn Ümmü Mektum'u Medine'de kalan yaşlı ve
hastalara namaz kıldırmak üzere görevlendirdi. Yahudilerin karışıklık
çıkarmasından şüphelendikleri için Ebu Lübabe'yi de Medine'de yönetimin başında
vekil bıraktı.



Müslüman ordusunun sayısı üçyüzbeş kişi
idi. Bunların seksenüçü Muhacirlerden, altmışbiri Evs'den, geri kalanları da
Hazrec kabilesinden idiler. Muhacirlerden yalnızca Osman b. Affân (r.a.), hanımı
Resulullah'ın kızı Rukiye ağır hasta olduğu için Medine'de kalmıştı. Kendisi de
ayrıca rahatsızdı.



Müslümanların yalnız üç atları ve yetmiş
develeri vardı. Bineklerine sırayla binmek zorundaydılar. Zefiran denilen yere
geldiklerinde, Mekkeli müşriklerin büyük bir ordu ile üzerlerine gelmekte
olduklarını öğrendiler. Biraz duraklayıp tereddüt ettiler. Çünkü onların büyük
hazırlıklarla gelen Mekke ordusuna karşı koyacak kadar askerleri yoktu. Buna
hazırlıklı da değillerdi. Resulullah ashabıyla yeniden istişare etti. Kervanın
peşine mi düşülmeliydi; yoksa müşrik ordusuna karşı mı durulmalıydı. Allah
Resulu ve Muhâcirler ordunun karşısına çıkılması taraftarıydılar. Ensâr ise,
Akabe beyatında verdikleri sözle Medine' de Rasûlullah'ı koruyacaklardı. Şimdi
ise Medine dışında idiler. Rasûlullah (s.a.s.) onlara reylerini sordu. Ensardan
Sa'd b. Muaz şöyle dedi:



"Ya Resulullah, biz sana inandık. Allah
tarafından getirdiklerinin hak olduğunu tasdik ettik. Artık siz ne dilerseniz
emrediniz. Seni gönderen Allah hakkı için artık denize girersen, seninle beraber
biz de gireriz. Hiç birimiz geri kalmayız. Biz düşmana karşı durmaktan
çekinmeyiz. Muharebeden geri dönmeyiz. Sabrederiz ve sadakatten ayrılmayız.
Bizden memnun kalacağın işler nasip etmesini Allah' tan dilerim. Hemen Allah'ın
bereketini dileyerek istediğiniz tarafa yürüyünüz."



Resulullah (s.a.s.), ashabının bu birlik ve
beraberliğine çok sevindi. Allah'a hamd ile, müşriklerle karşılaşmak üzere Bedir
kuyuları mevkiine doğru yola koyuldu.



Ebu Süfyan, müslümanların Bedir'e gelmekte
olduğunu öğrenince kervanın yönünü değiştirdi. Deniz tarafından Mekke'ye
yollandı. Müslümanlar Bedir'e gelince, kervan çoktan uzaklaşmıştı.



İslâm ordusu, kumluk bir araziye konakladı.
Müşrikler ise Bedir kuyularını tutmuşlardı. Gece yağan yağmur, hem araziyi
pekiştirdi, hem de müslümanların su ihtiyacını giderdi. Bu Allah Teâlâ'nın
onlara bir yardımıydı.



Daha sonra, buraları çok iyi tanıyan Habbâb
b. Munzir'in teklifiyle ordunun karargâhı değiştirilip Bedir köyünün en
sonundaki kuyunun yararına geçildi. Resulullah (s.a.s.) elini kana bulamak
istemediğinden kendisine ordunun gerisinde bir çadır kuruldu. Çadırının
kapısında Sad b. Muaz nöbet tutuyordu.



Mekkeli müşrikler zırhlar içinde idi.
Sayıları bin kişiye yakındı. Bunun yüz kadarı süvari yedi yüzü develi ve geri
kalanı piyade idi. Bu sayı İslâm ordusunun üç katı idi.



Ordular ibret alınacak bir dağılım
sergiliyordu. Tarih hiç bir zaman bu derece anlamlı bir savaşa tanık olmamıştı.
Bir tarafta Müminlerin dostu Ebu Bekr (r.a.), diğer tarafta müşrik saflarında
yer alan oğlu Abdurrahman; bir tarafta müşrik ordusu komutanı, Utbe b. Rabia,
karşısında oğlu Huzeyfe bulunuyordu. Resulullah'ın amcası Abbas ile Hazreti
Zeyneb'in eşi ve Resulullah'ın damadı Ebu'l As, müşriklerin arasındaydı. Akîl
ise kardeşi Hz. Ali'ye karşı müşrik ordusunda yer almaktaydı.



Bu sırada Ebû Süfyan'ın kervanının Mekke'ye
ulaştığı haberi geldi. Ebu Süfyan müşriklere bir haber göndererek, "Siz
kervanınızı korumak için harekete geçtiniz. Artık savaşmadan geri dönünüz" dedi.
Ancak geri dönmek için arzulu olanlar olduysa da savaşma kararı alanlar
çoğunluktaydı. Ebû Cehil, "Müslümanları öldürmeye bile lüzum yoktur. Ellerini
bağlayıp onları tekrar Mekke'ye götüreceğiz ve böylece İslâm da bitecek"
diyordu.



Bu ordu, İslâm'ın tek ordusuydu. Eğer bu
ordu ezilecek ve silinecek olursa Allah'ın hükmünü hâkim kılacak bir başka
topluluk kalmayacaktı. Hz. Peygamber (s.a.s.): "Allah'ın, vadettiğin yardımını
bugün lutfet. Ya Rab, bu bir avuç mücahid yok olursa, bir muvahhidler bu gün
telef olursa, yeryüzünde sana ibadet eden kalmayacak!" diye dua ve niyazlarına
devam etti. Bu sırada da şu mealdeki vahiy gelmişti:



"Bütün bu toplananlar (müşrikler) hezimete
uğrayacak ve arkalarına dönüp kaçacaklardır. " (el-Kalem, 68/45).



Resulullah (s.a.s.) kan dökülmesini
istemediğinden Ömer b. el-Hattab'ı elçi olarak müşriklere gönderdi. Onlar savaş
konusunda kararlı olduklarından Resulullah'ın bu şerefli elçisinin tekliflerini
dinlemediler. Kur'an bir başka ayetiyle müminleri desteklemekte ve Mekkeli
müşriklerin cezalandırılmasını talep etmektedir:



"Onlar, (insanları, Rasülü ve mü'minleri)
Mescid-i Haram'dan geri çevirdikleri ve onun velisi, bakıcısı ve koruyucusu
olmadıkları halde Allah onlara neden azap etmesin? Onun velileri sadece
muttakîlerdir. Fakat çokları bunu bilmez. " (el-Enfal, 8/34).



Bu harpten itibaren, Kur'an-ı Kerîm'de,
girişilen bütün savaşlarda müslümanların yanıbaşında çok sayıda meleğin savaşa
katıldığından bahsedilir. Ancak Bedir savaşı ötekilerden bir farklılık gösterir.



"O zaman sen müminlere.' Rabbinizin size
indirilmiş üç bin meleği ile yardım etmesi, size yetmez mi?' diyordun , "Evet,
sabreder, (Allah' dan) korkarsanız, onlar hemen şu dakikada üzerinize gelseler,
Rabbiniz, size nişanlı beş bin melek ile yardım eder", Allah, bunu size sırf
müjde olsun ve kalpleriniz yatışsın diye yaptı.



Yardım, daima galip ve hikmet sahibi Allah
katındadır. " (Âli İmrân, 3/124-126).



17 Ramazan (13 Mart 624) Cuma günü
sabahleyin her iki ordu Bedir kuyularına doğru ilerledi. Müslümanlar bu
kuyuların başına kâfirlerden önce ulaşmışlardı. Müşriklerin tarafındaki kuyular
tamamen kapatılıp tutulduysa da Hz. Peygamber (s.a.s.) düşmanın kendi
tarafındaki bir kuyudan su almalarına müsaade etmiştir. Cahiliye adetlerine göre
savaşı iyice kızıştırıp heyecan doğurmak için gruplar öne adam çıkararak
birbirlerine meydan okurlardı. Müşrikler tarafından Esved adındaki şahıs ortaya
çıkıp er istemiş, buna karşı Hz. Hamza çıkarak onu derhal öldürüvermişti. Bunun
üzerine Kureyş'in ileri gelenlerinden Utbe b. Rabîa, kardeşi Şeybe ve oğlu Velid
ortaya atıldılar. Bunların karşısına Medineli gençlerden üç kişi çıkınca, kim
olduklarını sormuş ve onlara: "Siz bizim dengimiz ve muhatabımız değilsiniz,
bizim kavmimiz ve kabilemizden adamlar çıksın" demişlerdi.



Kureyş kâfirlerinin bu istekleri üzerine
Hz. Hamza, Hz. Ali ve Ubeyde b. Hâris çıktılar. Hz. Hamza ile Hz. Ali
hasımlarını derhal öldürdüler. Ubeyde ise hasmını yaralamış kendisi de
yaralanmıştı. Onun yardımına koşan Hz. Hamza ve Hz. Ali (r.a.) derhal Utbe'yi
öldürüp yaralı arkadaşlarını müslümanların karargâhına taşımışlardı. Bu
mubarezelerin sonunda taraflar birbirlerine saldırıya geçtiler. İkindiye doğru
müslümanlar tarihin kaydettiği büyük zaferlerden birini gerçekleştirmişlerdi.
Savaş sona ermişti. Müslümanların, İslâm'ın ve özellikle Hz. Peygamber'in en
büyük düşmanı Ebu Cehil başta olmak üzere müşriklerin ileri gelenlerinden çok
kimse hayatını kaybetmişti. Müşriklerden tam yetmiş kişi öldürülmüştü.
Müslümanlar ise on dört şehid vermişlerdi. Hz. Peygamber (s.a.s.) namazlarını
kıldırdıktan sonra Allah yolunda canlarını veren bu ilk şehitleri toprağa verdi.
Müslümanlar Kureyş'in ölülerini de yerde bırakmayıp açtıkları bir çukura
gömdüler.



Mekkeli müşriklerden bir miktar esir
alındı. Ama henüz Cenâb-ı Allah esirler hakkında hükmünü bildirmemişti.
Peygamberimiz bu esirlerle ilgili olarak ashabıyla istişarede bulundu. Ashabtan
bazıları bunların derhal öldürülmesini teklif ederken, en yakın müslüman
akrabalarının bunu infaz etmelerini tavsiye etmişlerdi. Buna karşılık başta Hz.
Ebu Bekir olmak üzere bazı sahabeler de bu esirlerin fidye karşılığında serbest
bırakılmalarını teklif ettiler. Rasûlullah bu ikinci teklifi uygun buldu. Fidye
ödeyemeyenlerden okuma yazma bilenlerin müslümanların çocuklarından onar kişiye
okuma-yazma öğretmeleri istendi. Esirler müslümanlar arasında dağıtıldı.



Hz. Peygamber onlara iyi muamele edilmesini
istedi. Esirlerden elbisesiz kalmış olanlara giyecekler verildi. Bu esirler
müslümanlarla birlikte ve onlarla eşit şartlar altında yemeğe oturuyorlardı.
Esir alınanlardan sadece ikisi idama mahkûm edilmiştir. Çünkü bunlar Mekke'de
inananlara yapmış oldukları zulümden dolayı idamı haketmişlerdi. Rasûlullah'ın,
bu ilk askerî karşılaşmada gösterdiği bu insânî tutum ve davranış daha sonraki
olaylarda da değişmemiştir.



Mekke müşriklerinin ileri gelenleri ve
başkanları, Bedir'de öldürülmüştü. Ebû Süfyan ise büyük ticaret kervanının
başında olduğu halde kaçıp kurtulmuş ve bundan böyle Mekke' nin başkanı olmuştu.
Oğlu, kayınpederi ve kayınbiraderi Bedir savaşında öldürülen Ebu Süfyan,
bunların intikamını alıncaya kadar hanımına yaklaşmayacağına, saç ve sakalını
kestirmeyeceğine yemin etti. Bunun yanında karısı Hind de kendi akrabalarını
öldürenleri bulup onların ciğerlerini yiyeceğine and içmişti.



Bedir zaferi, siyasi-dini yapıdaki İslâm
devlet ve camiasının daha da sağlam temeller üzerine oturmasını sağladı. Hz.
Muhammed (s.a.s.) Bedir' de savaş başlayacağı sırada, secdeye kapanıp Allah'a
yönelerek O'na, yardımını esirgememesi için dua ettiğinde o günkü durumu en
güzel bir şekilde dile getiriyordu:



"Ey Allah'ım! Şayet şu küçücük ordu eriyip
giderse sana (yeryüzünde) artık ibadet edecek kimse kalmayacaktır... "
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
https://bilir.forum.st
 
Hz.Muhammed(S.A.V)
Sayfa başına dön 
1 sayfadaki 1 sayfası
 Similar topics
-

Bu forumun müsaadesi var:Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz
 :: Din Kültür Ve Ahlak Bilgisi (Dinimiz İslam Ve İnsan) :: Peygamberlerimizin Hayatı-
Buraya geçin: